Yorgun, uykusuz sesin çınlıyor kulağımda, sonra yeniliyor kendini gün içinde. Hiç farkında olmadan, dalıp gidiyorum uzun. Denize bakıyorum, yeşiline zeytin ağaçlarının, sessiz gidişine bulutların beyaz.
Yüzümde eskiyen gülümsemeler, adını özlem olarak yazıyor güne. Masada öylece kimsesiz kalmış ellerim, neden sonra sigara paketine uzanıyor, savrulan dumanın gri yalnızlığı dağılırken, bir akşam üzeri başlayan, şimdi bitiyordu bir başka akşamüzeri. Yüreğim burkuluyor, sendeliyorum, kendimi kaldırmaya çalışıyorum düştüğüm yerden; “özlem değil” diyorum. Alışkanlıktan, gecenin derin, karanlık yalnızlığından, içimi ürperten, içimi karanlığına çeken “o arabesk şarkılarından…”
“Biraz cesur olmak lazım” diyor yazıyor sevda üzerine uzun aşk şiirleri yazan şair ve ekliyor “sevda korkakları sevmez…” diye.
İnanılır gibi değil, çocukça bir edayla kavgadan söz eder gibi, sevdadan söz ediyoruz artık. Ama inanı çok oluyor, beğeneni çok bu sözlerin. “Kulağa hoş geldiğinden” desem değil, korktuğunu kabul etmekten korktuğu, kaçtığı için, ne kadar cesur yürek olduğunu göstermek için, böylesi sözlere dört elle sarılıyorlar.
Korkmaktan, bu kadar korkmanın, anlamını henüz çözmüş değilim. Bu kaçışın, kime ne yararı oldu, kimi inandırdı bilmiyorum.
Ateşten bir kalemi elime tutuşturan hayat, korka korka korkularımın öyküsünü yazmaya çağırıyor her gece beni. Günlerdir, fırtınalarla büyüyor içimdeki yangın, yüreğimi yakarak. Ama şimdi, içimdeki bütün fırtınalar durmuşken, her şeyin ding dengesini bulmaya yakın olduğu bu saatlerde, kulak tırmalayan anlamsız, beylik sözlerden oluyor, sevda üzerine, cesaret üzerine okuduğum satırlar.
Kaybetme korkusu olmadan, o korkuyu yüreğinde yaşamadan insan; nasıl sevdiğinden emin olabilir, nasıl inandırıcı olabilir, gönül rahatlığıyla, sevdiğini nasıl söyleyebilir?
Yaşadıklarımız, ezberlediklerimize benzemez. Menekşelerin hepsinin mor olduğunu bilmek gibi, bir renkte, ezberden, hiç sorgulamadan verilmiş karara benziyor, güzelliğine, doğruluğuna inandığımız sözlerin çoğu. Ezberin bizi içine çektiği körlük sarı, beyaz menekşeleri görene kadar sürerek, yadsıda sönen mumun karanlığına eş, bir karanlıkta bırakır bizi. Her şeyin tek düze, inişi çıkışı olmayan bir çizgi üzerinde geliştiğini düşünmek, buna inanmak hayatın gerçeği ile hiçbir gün uyum içinde olmadı.
Hayat, bütün inadıyla ezberleri boşa çıkarır, kendi diyalektiği, kendi aklı ve mantığı içinde yeniden kurgular, yön verir yaşayacaklarımıza. Yapacağımız en son şey olmalı, sevda üzerine, kavgadan söz eden sözcüklerle konuşmak. Çünkü kavga türkülerinin diliyle söylenmez aşkın, sevdanın şarkısı. Cenk hikayelerinin coşkun dili, kullanılmaz sevdanın, aşkın masallarında.
Sevda, cesaret işi olmaktan çok, sabır işi değil miydi?
Hasan KAYA
17 Haziran 2015 Çarşamba