Yukarıda anlattıklarımız terör olgusunun sadece bir boyutunu anlamak için yeterli olabilir. Birde ülke ve devletlerin çıkarı adı altında sürdürülen ve var edilen bir terör var ki asıl tehlikeli olan da bu. Örneğin: İsrail’in yıllardır genel olarak orta doğuda ve özel olarak Filistin’de uyguladığı politikalar Filistinli canlı bombaların varlığında bir etmen. Ya da ABD’nin genel olarak dünyaya bakışı ve uyguladığı politikalar özel olarak Afganistan ve Irak’ta yaptıklarının, terörün var olmasında payı büyüktür.
Çok uluslu şirketlerin çıkarları için geliştirilen politikalar, çıkarılan bölgesel savaşlar, kargaşalıklar ile Kapitalist sistem ayakta tutulmaya çalışıldığı sürece terörle mücadele bir anlamda espri olmakta. 11 Eylülde İkiz Kulelere yapılan saldırının bizzat CİA tarafından planlandığı ve bazı Orta Doğulu terör örgütleri tarafından da gerçekleştirildiği itası bile, tek başına terörün ne kadar tehlikeli olduğunu göstermeye yetiyor.
Bu iddianın gerçeklik derecesi ne olursa olsun. Büyük bir sayıda taraftar bulması, bu gibi düşüncelerin akla gelebiliyor olması demokrasi, insan hakları gibi değerleri ağzında sakız etmiş ABD ve diğer bir çok batılı ülkenin dünya kamuoyunda güvenirliğinin kalmadığını göstermekte. Bu güven bunalımı bir günde oluşmuş değil. Yıllar içinde yaşananların bir sonucudur.
Batılı ülkelerin, politikacılarından gizli servislerine kadar geniş bir yelpazenin resmi veya gayri resmi biçimde bir çok terör örgütüyle değişik düzeylerde işbirliği ve yakın ilişki içinde olduğu artık bir sır değil. Son zamanlarda sıkça adları geçen bir çok terör örgütünün yine bu terörle en çok mücadele ettiklerini söyleyen ülkeler (ABD ve İsrail) tarafından kurulduğu ve zaman içinde kontrolden çıktığı bilinmekte. Bu örgütlerin gerçekten kontrolden çıkıp çıkmadığı ayrıca sorgulanmaya diğer bir görüştür.
Bölgesel krizlerden medet uman emperyalist kapitalist ülkeler, yarattıkları krizler ile dünyanın her yerinde hakimiyetlerini perçinlemeye çalışmaktadırlar. Gizli servisleri ülkelerinin çıkarları adına başka ülkelerdeki farklılıkları kullanmaktan çekinmeden örgütlemekteler. Bir zamana kadar yerel olan terör giderek küreselleşmekte. Bölgesel karışıklıklar için birileri tarafından var edilen terör örgütleri bizzat kendilerini var eden maddi manevi destek veren ülkeler veya guruplara yönelmiş bulunmakta.
Siyasetin sadece diploması olmadığı ve asıl siyasetin gizli servisler ve onların uzantısı örgütler tarafından sürdürüldüğü gerçeği, siyasetin varlığı kadar eski bir olgudur. Bir birine en dost ve müttefik görünen ülkeler arasında bile bu kural değişmemekte.
Günümüzde bütün dünyanın gözü önünde terörle mücadele, haksız işgaller ve açıktan terör yöntemleri ile sürdürülmeye çalışılmakta. ABD’nin, Irak’ta, İsrail’in Filistin’de yapmakta olduğu tam da budur. Doğal olarak bu da terörü giderek daha büyüten etmenlerden biri olmakta.
Günümüzde bütün dünyanın gözü önünde terörle mücadele, haksız işgaller ve açıktan terör yöntemleri ile sürdürülmeye çalışılmakta. ABD’nin, Irak’ta, İsrail’in Filistin’de yapmakta olduğu tam da budur. Doğal olarak bu da terörü giderek daha büyüten etmenlerden biri olmakta. Bundan dolayıdır ki Can Dündar çok haklı olarak Milliyet Gazetesindeki köşesinde şunları söylüyor
“Dünyanın bir köşesindeki haksız işgal, her yerde yaralar açar” diye… “Bu saldırganlığa karşı çıkmalıyız. En azından bulaşmamalıyız” diye…
“Fırsat bu fırsat” dediler, “Çok para alacağız” dediler.
Ve hükümet, Meclis’in iradesine rağmen çıkardığı Irak’a asker yollama kararıyla, işgalciyle müttefik olup kendini yok yere hedef haline getirdi.”[i] Terör eylemlerini kınamak, terörü lanetlemek tek başına yetmiyor. Yerinde doğru politikalarla terörün hedefi olmamak ve terörden medet umanlara bu fırsatı vermek gerekiyor.
Terör eylemleri şiddet yoluyla halkı yıldırma, de-moralsize etme işlevi üslenmiyor. Bu belki de en açık mesajı olarak kabul edilebilir. Ancak terörün çok yönlü ve karmaşık bir işlevi olduğu kesin. Örneğin: İstanbul’daki Sinagog bombalanmaları sonrası İsrail Dışişleri Bakanı’nın apar topar İstanbul’a gelmesi ve yaptığı açıklamaları ile Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilere yeni bir ivme vermek doğrultusunda kullanılmaya çalışılmasından başka İsrail’in Orta Doğuda uyguladığı terörü haklı göstermeye çalışmasının bir bahanesi oldu.
Aynı şekilde İngiliz Konsolosluğunun ve bir İngiliz Bankasının bombalanması sonrası İngiliz Dışişleri Bakanı’nın neredeyse gece yarısı İstanbul’a gelmesi ve yapılan açıklamalar verilen dostluk mesajlardan çok öte anlamlar taşımaktaydı.
21 Kasım 2003 tarihinde İstanbuldaki bombalı saldırılardan sonra ABD Başkanı George W. Bush, İngilterede yaptığı açıklamada Başbakan T. Erdoğan’ı aradığını ve ona “Kendisine, dualarımızın Türk halkıyla birlikte olduğunu söyledim. Ona, terörizmi yenmek için birlikte çalışacağımızı, teröristlerin Türkiye’yi cephe olarak seçtiklerini belirttim. Teröristler için Irak’ın da bir cephe, Türkiye’nin de bir cephe olduğunu, nereyi seçerlerse, orada vurduklarını”[ii] söylediğini belirtiyordu. Bu konuşmada altının çilizlmesi gereken noktalar olduğu ilk bakışta belli.
Her şeyden önce bu açıklama Türkiye’nin birlikte çalışacağı öngörüsünde bulunuyor. Türkiye’nin böyle bir talebi olmuşmudur bilmiyoruz. Ama bildiğimiz ve basından izlediğimiz kadarıyla çok genel olarak uluslararası teröre karşı ortak çalışmanın gerekliliğini belirtmenin ötesinde açık bir ortak çalışma talebi yok.
Türkiye’nin, Irak gibi bir cephe olduğu ise oldukça abartılı bir benzetmedir. Bunla amaçlanan nedir bilmiyoruz ama bu benzetmenin tek başına korkunç olduğu ve halkı yıldırmayı amaçlar nitelikte olduğu kesin.
İngiltere ve ABD tarafından yapılan açıklamalar iki yönlü bir mesaj içermekteydi. Bu açıklamalarla bir yandan Türkiye’ye üstü kapalı bir şeyler söylenirken diğer yandan İngiltere’de giderek büyüyen ve mitinglerde sokak gösterilerinde ifadesini bulan muhalefete bir uyarı niteliği taşıyordu. Irak Savaşı ile Türkiye kamuoyunda giderek “dost” olarak güvenirliğini yitiren ABD, İngiltere ve İsrail; İstanbul’da patlayan bombaların ardından Türkiye halkına sevimli gözükmeye çalışmışlardır. İlk Tezkere ile bu ülkelerin orta doğudaki politikalarına onay vermediğini açıkça ilan etmiş olan Türkiye halkının güvenini kazanmaya çalışmanın ardında nelerin yattığı ise şimdilik bilinmiyor.
Ancak geçmiş tecrübelerden çok kolaylıkla söyleyebiliriz ki bu “sevimliliğin” ardından bölgede yeniden sıcak saatlerin yaşanması uzak değil.
Bazı araştırmacı ve saygın gazetecilerin de önemle üzerinde durduğu terör eylemlerinin neden özellikle belli ülkelerle sınırlı kaldığı noktası bizce de üzerinde durulmaya değer konulardan biri. Terörün yaygın olduğu ve gündelik hayatın neredeyse bir parçası haline geldiği bölge ve ülkeler genellikle enerji kaynaklarına yakın veya doğrudan bu enerjilere sahip olan ülkeler. Bu bölgedeki istikrarsızlık ve kargaşa bu zengin kaynaklara sahip yada komşu ülkeler tarafından yeterince yararlanmanın önündeki engellerden biri olurken başta ABD olmak üzere batılı kapitalist ülkelerin bu bölgedeki hakimiyetini pekiştirmenin de nedeni olmakta.
”El Kaide’nin bu tür eylemleri, bölgedeki Amerikan askeri varlığını haklı çıkarmak için sadece ABD Başkanı George Bush’a bahane yaratıyor. Amerikalılar, her zaman bölgedeki varlıklarını haklı göstermeye çalışıyor ve terörist eylemler, sözde terörizmle savaşı sürdürmek için Ortadoğu ve Irak’ta kalmaları için onlara en güzel bahaneyi veriyor.”[iii] Bu görüşün oluşmasında ABD’nin son dönemde uyguladığı politikaların payı büyük.
“ABD’nin, 50 yıldır Almanya’da bulundurduğu yaklaşık 70 bin askerinin önemli bir bölümünü bu ülkeden çekerek, Afrika ve Kafkas bölgesinde konuşlandıracağı bildiren 10 Haziran 2003 Wall Street Journal gazetesinin haberine göre, bu karar, Washington’un Kafkaslar ve Afrika’daki petrol rezervlerini güvence altına alma kaygısından kaynaklandı. Hazar petrol bölgesinin yanı sıra terörle mücadelenin de kararda etkili olduğu belirtiliyor.”[iv]
Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya zengin yer altı kaynaklarına sahip başlıca bölgeler. Ancak tamda bu bölgelerde bir istikrardan söz etmek söz konusu değil. Bu bölgelerde zengin yer altı enerji kaynaklarına sahip olan veya bu yer altı kaynaklarının dış pazarlara taşınacağı ülkelerde sürekli sorunlar, rejim bunalımları ve kargaşa hakim.
Bu durum bölge ülkelerinin işine asla yaramıyor. Hatta bundan doğrudan etkileniyorlar. Zengin yer altı ve yer üstü enerji kaynaklarına sahip olan bölge ülkeleri ya iç yada dış sorunlarla uğraşmaktan elleri altındaki bu kaynakları istedikleri gibi kullanmamaktalar. Bu bölgede içte kısmı olarak sorunsuz olan veya komşularıyla sorun yaşamayan ülke neredeyse yok gibi.
Türkiye tamda bu bölge içinde Rusya ve İran ile en etkin olabilecek konumda olan ülkelerden biri. Bölge ülkesi olması itibari ile olduğu gibi doğu ve batı arasında bir köprü olma özelliğinden dolayı bölgenin en önemli ülkelerinden biridir Türkiye. Ancak ne yazık ki Türkiye coğrafi ve tarihsel avantajlarını kullanma durumunda hiç olamamıştır. Sebepleri çok net olmayan çoğu zaman açıklanması zor olan tehdit algılamaları ile komşularıyla sürekli sorunlar yaşamış ve yaşamaktadır.
Irak işgalinin üzerinden bir yıl daha geçmedi “İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden The Times, ABD’nin Irak’ta yenilgiyi önlemek için radikal politika değişiklikleri yaptığını, Washington’ın tek umudunun Irak’ı üçe bölmek olduğunu yazdı.
Simon Jenkins, makalesinde, ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere’nin Irak deneyimlerinden ders çıkardığını, İngilizler gibi Iraklı yerel liderler arasından muhatap arayıp; Osmanlılar gibi Irak’ı farklı eyaletlere böleceklerini savundu. Bölüp parçalamanın, batı usulü müdahalenin karakteristik özelliği haline geldiğini belirten Jenkins, Yugoslavya ve Afganistan’ı örnek göstererek, ABD ve İngiltere’nin “böl-parçala-yönet” yerine “böl-zayıf düşür-geri çekil” yolunu izleyeceğini yazdı.”[v]
Ancak bu taktiğin Irak ile sınırlı kalacağını düşünmek safdillik olur. Bölgenin yer altı ve yer üstü zenginlikleri göz önüne alındığında bu taktiğin Irak ile sınırlı kalmayacağı Afganistan ve Irak sadece bir başlangıç olması anlamında bir öneme sahip.
Hasan KAYA
[i] Can Dündar, 22 Kasım 2003 Milliyet Gazetesi
[ii] 22.11.2003 Milliyet Gazetesi
[iii] IRAN NEWS GAZETESİ, Aktaran 23.11.2003 Tarihli Milliyet Gazetesi