Birkaç gündür fena halde “ucube” sözüne takmış durumdayım. İlk yazma denemeleri; dilimize bu sözcüğü kazandıran başbakanın ucubeleri üzerinden oldu.
Sonra baktım ki herkes gibi benimde “ucubelerim” var. Bu durumda; kendi ucubelerimi bırakıp, başbakanın ucubelerinden söz etmek haksızlık olurdu.
İğneyi kendime batırmaya kıyamayan ben, elimde çuvaldız başbakanın ardına düşecektim.
Bunun doğruluğunu geçtim, yakışık almazdı.
Ama hep yaptığımız bu değil mi?
Kendi söküğünü dikemeyen elinde iğne iplik başkasının yırtığını dikmeye kalkıyor…
Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına çok kolay yapıyoruz. Bu da bizim “ucube” moral anlayışımızın güzel bir örneği oluyor.
Bu kadarla bitmiyor, o hayatımızın her alana sızıyor. Ucube bir öğrenimden ezberle çıkmış, sözüm ona yetişmiş insanların ortaya koyduğu, siyaset, sanat ve mimari elbette ucube olmaktan kendini kurtaramazdı.
Başka ne bekliyorduk ki…
Çarpık şehirleşmenin nedenleri üzerine düşündüğünüzde karşımıza çıkan ne?
Aynı şey değil mi?
O çirkin yapılar, her depremde önce yıkılan devlet binaları, köprüler, alt geçitler, bölünmüş yolar aynı ucube kafaların işi değil mi?
Ne yana dönerseniz dönün, bir ucube ile karşılaşıyoruz. Boyu bir karış ucube sevgilinin, arabesk, lümpen (paçavra) aşklarda savruluşu, iki çift güzel söze indirgenen sevgisinin zavallılığı.
Sözcük dağarcığı bir, iki binle sınırlı, okuma alışkanlığı dahi edinememiş, hiç okumayan şair ve yazarların yazdığı şiirler, roman ve öyküler…
Say say bitmiyor…
Gerçeğimizi kabul etmekten korkuyor, kaçıyoruz. Ama bu kaçmalar bir işe yaramıyor. “Ucube” bir toplum ve bu “ucube” toplumun var ettiği düşünce alışkanlıklarından, değer yargılarına, inanışlarından, mimarisine, siyasetine oradan sanatına kadar geniş bir yelpazede “ucubeler” ürettiğini kabul etmesek de; her şey ortada.
Tabi ki yukarıda saydıklarımızdan asla bağımsız olmayan; demokrasimizde söylediği gibi “ileri bir demokrasi” değil, resmen “ucube” bir demokrasidir.
Böyle olduğu içindir ki; siyasetçi çok rahat konuşabilmekte, başbakan ayrımcılık sayılabilecek söylemleri böbürlenerek söyleyebilmekte…
İşte tam da bu bağlamda; başbakanı eleştirmemiz mümkün oluyor.
Normal bir demokraside, hiç kimse; (başbakan dâhil) kendi inançları, dünya görüşü ve ahlak anlayışı üzerinden; yurttaşların bazıları için kutsal kabul edilen mekânlar hakkında, ucube bir pervasızlıkla görüşlerini açıklayamaz…
Hiçbir gerçek demokraside başbakanlar ayrımcılık yapmayı göze alamaz, alırlarsa da o koltukta oturamazlar…
Yaratığımız ucubeler, toplumun iç barışından uzaklaşmasını, bireylerin çatışmalı bir kimlik ve kişilikle karşımıza çıkarak, hayatın normal akışını zora sokacak, eylem ve söylemler uç duraksamasına kadar varabiliyor…
Her kesim, kendi sarıldığı değerleri dokunulmazlık, eleştirilemezlik noktasına yükselterek diğerlerinin ona saygı göstermesini beklemekte…
Çoğu kez rasyonel aklın kabullerinin uzağında duran bu yüceltmeler, o yüceltilen değerin ucube bir puta dönüşmesini ve nesnel değerinin altında kalmasına neden olabilmekte…
Hasan KAYA
14 Ağustos 2012 Salı