CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç’un açıkladığı “Oslo Mutabakatı”, aynı gün Bingöl’de 10 askerin yaşamını yitirdiği saldırıya rağmen basında beklendiğinden fazla ilgi gördü.

Açıklama yapılırken Bosna’da olan başbakan; dönüş yolunda, uçakta başbakan klasiğini tekrarladı, inkâr edip ispat istedi.

Sağır Sultan’ın bile haberdar olduğu bu mutabakat için kimse dönüp ispat aramadı. Zira bu mutabakat çoktan yazı işlerine düşmüştü. Ancak başbakanın hışmına uğramamak için bir türlü kimse yazmaya cesaret edemiyordu. Haluk Koç tarafından açıklanması ona haber değeri kazandırdığı için artık yazabilirlerdi.

Bu fırsatı iyi değerlendiren basının o “cesur yürek” kalemleri hemen yazmaya başladılar.

Haluk Koç’un açıkladığı “mutabakat” aslında bir çalışma planı. Buna göre; daha önce üzerinde anlaşılan, mutabık kalınan konularda bir sonraki toplantıya kadar herkesin hangi “ev ödevini” yerine getireceğini kayıt altına alıyor.

Asıl mutabık olunan konular; “ev ödevi” ve karşılıklı konuşmaların satır aralarında gizli…

Değişik kalemler tarafından dokuz maddelik “ev ödevinin” her bir maddesi üzerinde durulurken; Haluk Koç’un başbakana yönelttiği bir soru gözden kaçtı.

Soru aynen şöyle: “”MİT müsteşarı Hakan Fidan ana dilde eğitimle ilgili PKK’ya ‘Nasıl olsa orası özerk bölge olacak, öğretmen tayini dahil, eğitim hizmetleri belediyelere, valilere devredilecek’ diye söz verdi mi?” (Cumhuriyet Haber Portalı,18 Eylül 2012)

Sorunun cevabı, sorunun içinde gizli olduğu için oturup başbakanın cevap vermesini bekleyecek değiliz. Biz şimdi öncelikle soruyu biraz açalım. Hakan Fidan’ın “orası” diyerek geçiştirdiği yerin adını koyalım:

Kürdistan.

Bu durumda öğretmen atamalarından, ana dilde eğitime kadar birçok konuda karar verecek olan özerk bir Kürdistan’dan söz edildiğini ve bu konuda bir mutabakatın sağlandığını söyleyebiliriz.

Şimdi bu düşüncemizin satır aralarını okumakla sınırlı olmadığını kısaca gösterelim:

Anımsanacağı gibi bundan kısa bir süre önce, BDP, Diyarbakır’da bir çalıştay toplamış ve sonuç bildirgesinde “Özerk Kürdistan” talebini kamuoyu ile paylaşmıştı.

Bu çalıştayın yapıldığı tarih Oslo görüşmeleri ile örtüşen tarihtir. Yani aynı günlerde herkes “ev ödevini” yapmakla meşguldü…

Şahsen “Özerk Kürdistan” talebinin ve Oslo görüşmelerinin yanlış olduğunu düşünenlerden değiliz. Her fikrin tartışılması ve her halkın kendi kaderini tayin etme hakkı olduğuna inananlardanız…

Ancak görüşmelerin uzun zaman kapalı kapılar ardında sürdürülmesinin doğru olduğuna inanmayız. Görüşmelerin gizli yürütülmesine rağmen, bazı sonuçların ve varılan mutabakatın değişik yol ve yöntemlerle, halkla paylaşılmasını doğru buluruz.

Büyük toplumsal dönüşümlere gebe, böylesi konuların uzun süre kapalı kapılar ardında devam etmesinin, çok da hayırlı sonuçları olmaz.

Karanlık arka odalarda üretilen düşünceler ve çözümler, tamda o karanlık odaların karanlığını yansıtırlar. Asla halkın yararına sonuçlar içermezler.

Ankara, Oslo ve İmralı üçgeninde kapalı kapılar ardında tercih edilen çözümlerin” sözünü ettiğimiz karanlık odaların karanlığına yakışır türden olduğunu bu günlerde yaşadığımız acı olaylar bize fazlası ile göstermekte…

Daha düne kadar, vatan millet Sakarya edebiyatı ile bir tek çakıl taşı dahi vermekten yana olmayanların, “Özerk Kürdistan” fikrini asla kabul etmeyeceği öngörüsünden hareketle devreye konan çözümlerdir onlar.

En zor konuların, toplumsal dönüşümlerin değişik sınıflar tarafından, bir birinden çok farklı yöntemlerle halka kabul ettirildiğini, ilgi alanlarımızdan biri olan tarih okumalarımızdan biliyoruz…

Hedefledikleri toplumsal dönüşümler için egemen sınıflar, halka rağmen çözümler de dâhil, her yolu kullanmışlardır. En sıradan politik çizgi değişikliğinin kendi sınıfsal çıkarları için gerekli olduğuna inandıklarında kan ve gözyaşını bir çözüm olmaktan asla dışlamamışlardır.

Halkların bir birine düşmanlığından, akacak kandan medet uman, bundan ekonomik ve siyasal çıkar sağlayacağının hesaplarını yapan egemen güçler, bir yandan “tek bayrak, tek dil, tek devlet” demekten geri durmayarak, ülkeyi bölünmenin eşiğine getirip, halkı özerklik fikrine ikna edebilmenin hesaplarını yapıyorlar.

Bu kanlı bir oyundur. Bu çok sayıda gencimizin bilerek, isteyerek ölüme gönderilmesidir.

Kürt Sorunun çözümü için yola çıkan ve kısa bir süre “Açılım” politikasını ısrar ve inatla savunan, başbakanın neden birden bire o politikadan vazgeçtiğini, hiç yaşanmamış gibi davrandığını ancak bu bağlamda anlamak mümkün olabilmekte…

Ama bu kanlı oyun; her zaman egemen güçlerin kontrolünde, onların hedeflediği seyir ve arzu ettiği duraksamada son bulmaz. Başka başka güçlerin devreye girmesine olanak veren, böylesine kanlı oyunlar, hesaplanandan daha büyük acıların yaşanmasına neden olabilir.

Nefret söylemlerinin yaygınlaştığı, halkların bir birine düşmanlığının hızla geliştiği şu günlerde; daha dün çakıl taşlarını sayan Türk halkının hızla “ver kurtul” noktasına getirildiğini gözlemliyoruz. Ama bu aynı zamanda, bizi bir iç savaşa yaklaştıran gelişmenin de tamda kendisi oluyor.

Hasan KAYA
20 Eylül 2012 Perşembe