Dedikodu, demek ve koymak fillerinden türetilmiş bir sözcüktür. “Bir kimseyi yermeye, çekiştirmeye yönelik gevezelik, bu amaçla çıkarılan söylenti.” olarak tanımlanmakta. Toplumun kültür ve eğitim düzeyi ile de bir ilişkisi var. Toplumsal bir hastalık olarak dedikoduya genellikle kapalı kırsal topluluklarda ya da onların şehirlerdeki uzantıları arasında rastlamaktayız. Bu genel kabul gören saptama dedikoduya değişik sosyal kesimler ve topluluklar içinde rastlamamıza engel değildir.
Dedikodu yapan insanların cesur olmadıklarını hemen söyleyelim. Cesaret bir yanıyla bilgi ve beceri birikimi isteyen bir erdemdir. Cesaret ve açık sözlülük ne kadar erdem ise dedikodu da o kadar ilkeliktir.
Dedikodu daha çok sevdiğimizi söylediğimiz dostlar ve arkadaşlar arkalarını döndükleri yerde başlar. Bu bir çelişkiyi içerir. İnsan dost ve arkadaş dediklerinin ardından konuşacak kadar ilkel ve bayağılaşabiliyorsa dostluk ve arkadaşlık gibi soylu ilişkileri nasıl kurabilir?
Tabi ki işin gerçeği başkadır. Dedikodu müptelaları aslında hiç kimseyle kalıcı bağlar içine giremez, kimseyle dost ve arkadaş olamazlar. Bunun nedeni de açıktır. Kendilerine hiç mi hiç güvenleri yoktur bu tiplerin. Sürekli bir tedirginlik ve bunalım içindedirler. Deyim yerindeyse korkak bir yarasa gibi karanlıklar içinde yaşarlar. En büyük korkuları da günün birinde birilerinin çıkıp kendilerine ne kadar korkak, yetersiz ve beceriksiz olduklarını hatırlatacağı gerçeğidir. Bu düşünce onları çılgına çevirir, saldırganlaşmalarına yol açar. Eksiklerini saklama telâşı ve korkak olmaları onları en ilkel silahlarına sarılmaya iter. Yani dedikoduya.
Dedikodu müptelaları kendi yetersizliklerini gizlemek için herkeste kusur arayarak bu eksikliklerini kapatmak isterler. Bunlar daha çok eleştirirler ama bu eleştirileri düşünce belirtmek değildir. Başkalarının yanlışı eksiği üzerinde durur neyin nasıl olması gerektiğini söylemezler. Başkalarından söz ederlerken asla kanıt belge göstermezler. Her söylediklerine inanılmasını bekler, inanmayanlara da saldırırlar.
Çok basit bir mantık kullandıkları için her şeyi ak ve kara görürler.
Dedikodunun aşılması insanın ve toplumun kendisini aşması olduğunu hemen söylemeliyim. İnsanın kendisini aşması eğitim ve kültür düzeyinin gelişmesine bağlıdır. Bu bir anlamda insanın toplumsallaşmasının düzeyini gösterir.
Birilerinin arkasından konuşmak yukarıda da belirttiğimiz gibi kolay ama doğru olmayandır. Ancak burada birileri hakkında bir düşünce belirtmek istediğimizde o kişinin özellikle orda olması gerekmez. Bunun pratik olarak olanaklı olmadığı yer ve zamanlar söz konusu olabilir.
Öyleyse arkadan yapılan konuşmaların, düşünce belirtme ve açıklamaların hangisinin dedikodu hangilerinin dedikodu olmadıklarını nasıl belirleyebiliriz?
Herkes bir dostu, arkadaşı ve bir yakını hakkında -sözü edilen kişi orda olmasa dahi- çekinmeden düşüncesini belirtebilir. Sorun düşünce belirtme değildir. Kişi hakkında dile getirilen düşüncelerin dedikodu kapsamına girmesi arkadan yapılması ile ölçülemez.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta dile getirilen düşüncelerin yüze söylenme sınırını aşmamasıdır. Birilerinin olmadığı mekânda illa da onlardan söz edilecekse, dile getirilenler, o kişilerin yüzüne söylemeye cesaret gösterebileceğimiz şeyler olmalıdır.
Bir eleştirinin, arkadan yapılan bir konuşmanın dedikodu olmaması için ne söyleniyorsa kanıtları ile ortaya konmasını gerektirir. Hikâyeleştirilmiş anlatımlarla hiç bir düşünce belirtmeyen, kanıt ortaya koymayan konuşmalar, yazmalar ne yazık ki dedikodu oluyor. Aynı şekilde arkadan söylenen, konuşulanlar, yüze söylenilenler birbirini tutmuyorsa, dedikodu yapıldığını düşünmek yanlış olmaz.
Dedikodu dediğimiz gibi bir hastalık. Ve her hastalık gibi tedavi edilme olanağı var. Çok sıradan bir reçete vermek gerekirse; kendini bilmeyi sağlayacak araçlarla kendini donatmak sevmek ve bir birey olmak diyebiliriz…
Hasan KAYA