Yaşamımız bir anlamda, bizi her yönüyle tamamlayan bir ikinci kişiyi aramakla geçer. Elmanın diğer yarısı dediğimiz ve kendimizi onsuz eksik, yarım kalmış duyumsadığımız biri olabilir mi?
Kimine göre bu mümkün. Yaşamımızı tamamlayan, anlamlandıracak bir ikinci kişinin olduğu inancı oldukça yaygındır. İngilizlerin bu konudaki düşüncesi “Ruh ikizi” kavramıyla çok net bir şekilde ifade edilmiştir. Bu kavramla anlatılmak istenen her insanı tamamlayan ve onu bütünleyen bir tamamlayıcısının olduğu yolundadır
Konuyla ilgili olarak “İlişkiler” konusundaki çalışmalarıyla tanınan psikolog John Grey ve Bonney Grey’in son kitabı “Becoming Soulmates / Ruh İkizi Olmak,” bakın.
Bu görüş oldukça yaygın taraftar bulan bir görüş olmakla birlikte henüz doğruluğu ispatlanmış bir görüşte değildir.
Nedir bu “ruh ikizi?”
Life Plus dergisine verdiği bir röportajda yazar Buket Uzuner de bu konuya değiniyor: “Bir elmanın yarısıyız, birbirimizi tamamladık gibi vıcık vıcık bir klişe var ya. Ruh eşi tam tersi anlamda.” Uzuner Türkçe’ye tam olarak çevrilemeyen „soulmate“ sözcüğünü “ruh eşi” olarak tanımlıyor ve devam ediyor: “İnsan bazen zaaflarını, erdemlerini, sefilliklerini, yüceliklerini kendinde çırılçıplak gördüğü halde kabullenemez. Başkasında hiç edemez. Ama bir gün öyle birisine rastlıyorsunuz ki bütün bu zaafları, sefillikleri görüyorsunuz.”
Uzuner’den aldığımız bu aktarma „Ruh eşini“ anlatmaktan çok insanın kendisini tanıma sürecini anlatır. İnsan kendi kendine kendisindeki yukarıda sözü edilen „zaaflarını, erdemlerini, sefilliklerini, yüceliklerini“ tanımlayamaz. Kendisinde kendiliğinden var olan bu unsurları yani diğer bir değimle kendini tanıması anlamına gelen bu süreç ancak bir başkasıyla ilişkisi içinde ve onunla kendini karşılaştırma sürecinde bir şey olur. Bu karşılaştırma bilinçli bir düşünme eylemi ile olmak zorunda değil. Bilinçaltında gerçekleşebileceği gibi bilerek bilinçli bir karşılaştırma şeklinde de yapılabilir. İşte bu karşılaştırma (ne şekilde olursa olsun) yapıldığında kişinin kendi üzerine „kendinde“ bilgisi „bir şey“ olur… Bu farkında olduğu ancak ifade edemediği kendi üzerine bilgisinin bilinen farkında bir bilgiye dönüşmesinin ta kendisidir.
Psikolog John Grey ve eşi Bonney Grey de kitaplarında ruh ikizini bulabilmiş insanların hem kendi hem de karşılarındakinin zayıflıkları ile yüzleşmekten korkmayan insanlar olduğunu belirtiyorlar.
Bu durumda „ruh ikizi“ benzerini bulmaktan çok karşıtını bulmak oluyor. Kendindeki eksikleri tamamlama biçiminde de yorumlanabilecek bu yaklaşım doğanın diyalektiğine de uygun düşer. Zıt kutupların bir birini çekmesi bilinen bir şeydir. Diyalektikte „zıtların birliği“ olarak da tanımlanan bu olgu hiç de yeni değildir. Bu anlamda „ruh ikizi“ konusunda söylenen yeni bir şey de yok demektir. Ya da bu güne kadar „ruh ikizi“ konusunda söylenen ve yazılanların tümünün ve „ruh ikizi“düşüncesinin de çürütülmesidir bu.
Bu satırları yazarken yıllar önce okuduğum B.Travan’nin „Kanlı Oyun“ adlı romanını anımsadım. Roman kahramanlarından birinin sevgilisi ile ilişkisini anlatırken benzerlikleri kadar farklılıklarının da olduğunu vurgular. Benzerliklerin bir birini anlamayı sağladığını farklılıklarında onları bir biri için vazgeçilmez yaptığının altını çizer.
Yazar öte yandan bir başka ilişki biçimini de roman kahramanının eşi ile yaşadığı ilişkide sergiler. Eşiyle ilişkileri son derce uyumlu olmasına rağmen mutu olmadığını ortaya koyar. Bir birine benzemekten değil birinin diğeri için kendinden vazgeçmesi diyebileceğimiz bu durumda monotonluğa götürür ve ilişlilerin canlılığını yıkar.
Öyleyse soru „tamlayıcı“ bulmak değil birey bulmak sorunudur. İlişkide olduğumuz insan ne kadar birey ve ne kadar kendisi ise bizi o kadar „tamamlar“ veya bizim tarafımızdan o kadar özlenen olur. Bizim için kendisinden vazgeçen biri ilk anda bize hoş gelse de ilişkinin yarını için pek de yararlı bir şey yapmış olmaz. Birey olmayan ve bireyselliğini tam olarak yaşamayan insanların karşısındakine verebileceği çok da şeyi yoktur.
”Hayır“ demek burada oldukça önemli olmakta. Hayır demesini bilmek ile birey olmak ve bireyselliğini yaşamak arasında doğrudan bir bağ olduğu gibi bunu yaşayabilmek de demokratik bir zemine bağlıdır.
Elmanın diğer yarısını bulmak belki de olanaksızdır ancak günün birinde “hayır“ diyebilen varlığı, sözleri ve davranışlarıyla bizdeki eksikleri yüzümüze haykıran ayna olabilecek biri mutlaka olur. Eğer “ruh ikizi“ eksiğimizi tamamlamak ise bu eksik onunla tamamlanmış olur. Yer yer bizi hayrete düşüren, bizde hayranlıklar uyandıran yeri geldiğinde kendi olmak adına bizi ezip geçen bu kişi bütün yaşamımızın asıl anlamı olur. Ona kendini yaşama ve ifade etme olanağı verdiğimiz oranda kendimizdeki eksikleri onda yaşama olanağı buluruz.
Eksiğimize artı olan, eksiğine artı olduğumuz kişi bizi tamamlayan ve biz onun tamamlayanı olarak bir bütün oluruz.
Hasan KAYA