Kimliklerimizden söz ettiğimizde ilk akla gelen cebimizde taşıdığımız kimliklerimiz oluyor. Yurttaşı olduğumuz devlet tarafından verilen ve taşımakla yükümlü olduğumuz bu kimlikler bizim hangi devletin yurttaşı olduğumuzu göstermesinin dışında bazen dinsel ve etnik kimliklerimizi kayıt altına alma işgüzarlığını içeriyor.

Türkiye Cumhuriyeti kimliği ve diğer adı ile Nüfus Cüzdanlarımız dini kimliğimizi kayıt altına almayı nedense gerekli görmüş. İsteme göre yazılması gereken bu kimlik belirleme çoğu zaman uygulamada sorulmadan: İslam olarak yazılarak kayıt altına alınıyor.

Yıllar önce tanıştığım Güney Afrika yurttaşı ile Güney Afrikayı ve Madela‘yı konuştuk uzun uzun. Israrla Madele‘nin terörist olduğunu anlatı. Güney Afrika’nın beyazlar olmadan bir hiç olduğundan söz etti. Sonra laf lafı açtı, cebinden çıkardığı kimliğini bana gösterdiğinde şaşkınlığım yüzümden okunur olmuştu…

Ad, soyad derken Ten Rengi diyerek; “Beyaz” olduğu kayıt altına alınarak bitiyordu. Gözlerime inanamadım. Doğru mu görüyorum diye daha dikkatli baktım. Kötü İngilizce bilmemin düzeyi beni yanıltması da olabilirdi bu. Yok, doğruydu… Ve ben neredeyse; beterin beteri varmış diye az kalsın seviniyordum…

Ne diyeceğimi bulamamıştım o zaman. Bir şey dememe gerek yoktu. Şaşkınlığım her şeyi yeterince anlatıyordu. Güney Afrikalı masa arkadaşım; uzun uzun kimlikteki bu “Beyaz” ibaresinin gerekliğini bana anlatı.

Hiçbir şey anlamadım.

Ne yalan söyleyeyim anlamakta istemiyordum. Hem nesini anlayacaktım bu saçmalığın… Bazı beyazların aslında gerçek beyaz olmadığını, ten renklerinin açık olmasının onları beyaz yapmaya yetmediğini anlatıp durdu…

Sabırla dinliyordum. Beyazlar ile siyahîlerin arasına çekilen kalın kırmızı çizgiler o kadar derin o kadar kabul edilemezdi ki; ayrı, tuvaletler, trenler de ayrı vagonlar. Bazı yerlerde ayrı parklar, kaldırımlar.

İki laf arasına sıkıştırıp benim Güney Afrika’da beyaz sayılamayacağımı da ekledi konuşmasına.

Buna sevinmiştim nedense. Güney Afrika’da; beyaz olmaktansa, siyahî olmak daha onurlu ve gurur duyulacak bir şeydi. Bir an, Güney Afrikalı siyahî olarak çok şey söyleyebilirdim, ama sustum…

Bu konuşmanın üzerinden birkaç yıl geçmeden Madela hapisten çıktı. Devlet Başkanı oldu. Benim o zaman diyemediğimi zaman bir güzel söyledi…

“Beyazlar olmasa Güney Afrika siyahîlerin elinde batar, yok olur” diyenler yanıldı. Güney Afrika hala var. Hiç de kötü durumda değil. Hatta uluslararası arenada eskisinden daha saygın bir ülke… Apartheid ırkçı yönetimin son bulması siyahîlerin kurtuluşu olduğu kadar beyazlarında kurtuluşu oldu.

Az şey midir; ırkçılıkla aşağılanmamak…

Sonra Filistin örneği var. Arafat yıllarca İsrail ve dünya için teröristi. Sonra Nobel Barış Ödülü alan Filistin devlet başkanı oldu…

Filistin de sorunlar hala bitmedi. İsrail hala bölgede eşi benzeri görülmedik bir zulme imza atmaya devam ediyor. Kiminle konuşsanız Filistin’den yana. İsrail’i kınıyor.

Rusya’ya karşı Çeçenleri destekliyoruz. Eski Yugoslavya da Boşnak, Arnavut ve Makedon olduk, Sırp zulmüne karşı…

İspanya’da, Katalan olabiliyor; Katalanca “Yaşasın özgür Katalonya”* diyebiliyoruz… (Barça THY ile uçtu İspanya çıldırdı! Milliyet Gazetesi İnternet sayfası, 14 Aralık 2009)

Dünyanın başka yerlerinde yaşanan acılara sahip çıkmak erdemini göstermekte üstümüze yok. Bu onurlu ve insanı sevindiren davranış beni elbette mutlu ediyor.

Olması gereken de bu.

Ancak iş bizdeki farklı kimliklere mensup yurttaşlarımızın yaşadığı sorunları görmeye gelince nasıl görmezden geliyoruz… Kendi ülkemizin insanlarına neden bazı şeyleri çok görüyoruz…

Bu nasıl bir iki yüzlülüktür…

Örneğin bir İspanyolun, Kürtçe “Yaşasın özgür Kürdistan” demesini nasıl karşılardık çok merak ediyorum…

 Hasan KAYA