Güneş alıp başını gidince, uzun bir gece başlıyor. Hele böyle aysız geceler de, bir de yağmur yağıyorsa gökyüzünde bir tek yıldız da olsa gözükmüyorsa, kalıyorum kendimle baş başa… Önümde sabaha uzanan karanlık bir dehliz, gözlerim karanlığa alışacak diye korkuyorum. Günün ilk ışıklarını özleyerek bekliyorum.

Kendime konuşuyorum, kendimi dinliyorum. Bazı geceler soluksuz dinliyorum kendimi. Ne çok diyecek şey biriktiriyoruz kendimize diyeceğimiz. Belki en çok kendimize konuşuyoruz, en çok kendimize anlatıyoruz…

Ama yine de en çok kendimize susuyoruz…

Garip belki, ama bazen kendimi dahi anlamıyorum. İnsan en çok kendini anlamıyor. En çok kendini bilmiyor. O her şeyi bilenler var ya; en çok kendini bilmeyenler…

En çok kendini şaşırtanlar…

Kendimi şaşırtıyorum bu gece, susmuş kendimi dinliyorum. Uzaklarım anlatıyor, fısıltı ayarında bir ses… Uzaklarla olan bağımı hiç koparmamışım. Bir yanım hep uzaklarda kalmış, sevdiklerim hep uzakta, özlem, koynumda sakladığım, dokunsam yanacağım sabahını arayan yaralı bir güneş…

Sapanımdan çıkan taş gidip değiyor serçe kuşuna. Çocukluğumu dinlemek istiyorum. Sözü kapıyor, haylaz sarı bir oğlan. Telaşla, heyecanla başlıyor anlatmaya.

“Biliyor musun?” diyor her söze başlarken. Bilmiyor gibi yapıyorum. Merakla dinliyorum…

Önce korkularını anlatıyor, uzun kış geceleri, kar altında kalmış evler, tarlalar, kurt ulumaları, çakal çığlıkları, sonra kara donlu yılanlar…

Ah her yılan eğilip bükülüp deliğini buluyor.

Zulüm da öyle…

Kimseye kalmıyor ettiği.

“Biliyor musun?” diyor ela gözleri kocaman, sesi heyecanlı. Annesi ile tarlanın seyreğinde gördüğü kurdu anlatıyor. Kocaman bir kafası, kocaman ağzında, kocaman dişleri… Bütün kurtlar gibi aç, bütün kurtlar gibi saldırgan…

Bir an için duruyor, gözlerimin içine bakıyor. “Korktun mu?” diye soracağımı düşünüp; “Yok, yok korkmadım, hiç korkmadım” diyor korkusunu bastırıyor…

Hırslarına yenilen aç gözlü insanları gördükçe; kocaman kafalı, kocaman ağızlı, dişleri kocaman kurtların neden aklıma geldiğini şimdi anlıyorum.

Gözüm ilişiyor ellerine; küçük müydü bu eller hep böyle. Gözler hep böyle meraklı.

“Çok saçma ama” diyor ellerini gösteriyor. “Buralarda en çok elleri, bir de ayakları üşür çocukların”

Nedenini soramıyorum.

Yağmur rüzgârla bir olmuş; küfür küfür yağıyor iki gündür, dizlerimde o ince sızı…

“Biliyor musun?” demeden başladı bu sefer söze. Hoşuma gidiyor böyle söze başlaması. “Annem ördü” diyor lastik ayakkabısı içinde ıslanmış yün çoraplarını gösterip…

“Biliyor musun?” diyor bu sefer ceketimin yenini çekiştirip. “Geceyi hiç sevmiyorum” ardından hiç soluk almadan “Bir de kışı, soğuğu sevmiyorum” diye ekliyor…

Eskiden ne yamandı gece, ne karanlık. Kurşun atsan delmezdi. Soğuklar en soğuğundandı. Ellerimiz üşürdü, ayaklarımız, bakışlarımız buz tutardı. Çünkü en çok gözlerimiz üşürdü.

Hasan KAYA