Uzun bir süredir kalemi elime almadım. Elbette küs falan değilim, sadece duygularımı ifade etmenin zorluğuyla başa çıkmaya çalışıyorum. Ne yazsam  bir şeyler eksik kalıyor, bir şeyler yarım… Bir noktadan sonra, derdimi anlatamamanın içimde açtığı derin boşlukla yüzleşmekten kaçınmak için kalemi bırakıyorum.

İçsel çatışmalarımın yanı sıra, etrafımda olup bitenlerin tatsız tuzsuz duruşu, işin tuzu biberi oluyor. Kimse kimsenin sözüne değer vermiyor, dinleyenden çok konuşmak isteyen var. Herkes, sadece kendi düşüncelerini hızlıca dile getirip kurtulmak istiyor. Ne dediğinin veya nasıl dediğinin pek bir önemi yok gibi. Doğru olsun ya da olmasın, havanda su dövmeler göze alınarak bir şeyler illa söylenecek.

Zorlanarak, yalan söyleyenlere bile tanıklık ettiğim oluyor. Sözün değeri kalmadığından mı, “bende varım” demenin en kolay, en basit yolunu bulmuş olmanın çaresizliği mi bu?

Bilmiyorum.

Bazen insanların, neden sevdikleri şeyleri/insanları sevdiklerini veya karşı çıktıkları şeylere/insanlara neden karşı olduklarını dahi bilmediklerini düşünüyorum. İnsanın en tutarlı olması gereken konularda bile tutarsızlık içinde olması şaşırtıcı.

Bu hafife alınacak bir şey değil. Şaşırmayı hemen bırakıp bir adım öteye geçip korkmamız gerekiyor.

Ne yalan söyleyeyim, böylesine tanıklıklar beni korkutuyor, gel gitler yaşıyorum, kalem elimden düşüyor.

Bu coğrafyanın insanı tanrının her şeyi insan için yarattığına, her şeyin kendisi için var edildiğine inanıyor.

Üstelik bir kez olsun neden böyle olduğunu kendine sormadan… o kuşun, börtü böceğin onun için neden var edilmiş olduğunu, o dağın, o denizin neden onun için yaratıldığını sorgulamadan kendisi için olduğuna inanmanın aptallığı ile her tür ahmaklığı yapma hakkı olduğuna inanıyor.

İnsanın sözü, düşüncesi ve eylemiyle değer kazandığını bu kadar kolay bir kenara bırakmasının, belki de sırı buradan geliyor. Seçilmiş olması, onun bir şeyleri bilmesi, tutarlı olması, doğru ifade etmesini yadsımasına neden oluyor.

Uçsuz bucaksız bu evrenin sahibinin, onu bütün kusurları ile her şeyin üzerinde görmesi ona yetiyor. Ona asla sahip olmayacağı bir güç ve rahatlık veriyor. Bu rahatlık içinde olan inanın fütursuz, nobran olması kaçınılmazdır.

İnancın gündelik hayat içinde bu kadar belirleyici olmaya başladığı bir coğrafyada ve/veya toplumda, insanın bu tür antroposentrik (insan-merkezci) yaklaşımı aşması kolay değildir.

Evren ve doğanın, binlerce yıl süren bir sürecin sonucu var olduğunu, evrimleştiğini, doğada bulunan canlı, cansız unsurların hepsinin, hep birlikte ekosistemlerin dengesi içinde birbirleriyle ilişkili ve etkileşim içinde bulunduğunu, her birinin kendi işlevi ve bir değeri olduğunu kabul etmesini beklemek zor.

Her şeyin insan için var edildiği düşünen birinin, diğer varlıklara ve çevreye olan sorumluluklarını göz ardı etmesi kaçınılmaz olabileceği gibi, toplumda  daha dengeli, şiddetten uzak, sürdürülebilir bir yaşam için, asgari çaba içinde olmasını beklemek de saflık olur.

Hasan KAYA
2 Ağustos 2023 Çarşamba