Kaç gecedir düşlerimde çıplak ayaklı bir kız çocuğu. Her yer beyaz kar, her yer rüzgâr, her yer soğuk. Gözleri bağlı, çıplak ayakları ile karlar üzerinde ayak izini bırakarak gelip üşümüş elleri ile tenime dokunup gidiyor…
Üşüyorum…
Zemheri gülü, pembe solgun güzelliğiyle çok kalmıyor; rengini, kokusunu bırakıp avucuma gidiyor. Ardında o kocaman sessizlik, o beyaz karanlık gecenin içinde yitip kayboluyor.
Peşinden koşmak, yetişip elini tutup birlikte yürümek geliyor içimden.
Gidemiyorum…
Oturup, nedensiz, ardından bakarak ağlıyorum.
Gözyaşları kimi çevirdi geriye. Kimi etti ki; yolundan. Uzaklardan dönüyor hıçkıran sesim. Kimi çağırıyorsam bu gece, yokluğu geliyor.
Düş mü, kâbus mu adını koyamıyorum. Gergin, ter kan içinde biraz da yorgun uyanıyorum. Gözlerim açık, tavan üstüme düştü düşecek, hala o kız çocuğu, hala o soğuk, o kar beyazı karanlık.
Kardan kalın duvarlar, buzdan soğuk kapı. Dar, beyaz karanlık bir hücredeyiz. Ellerim üşüyor, koyacak, saklayacak yer bulamıyorum. Gözlerim üşüyor sıcak gülüşlerini arıyorum.
Kar yağıyor yine, içimde ıslak yangınlar. Orada öyle duruyor. Öyle duruyor iki arada eğrelti, nereye gideceği hiç belli değil. Gel diyemiyorum…
Susuyorum…
Hep şekilsiz, hep yarım, uzanıp tutamadığım bir düş gibi uzak, yakın, sesindeki o hüzün, o martı beyazı yalnızlık. Bu şehri, bu sokakları bana dar ediyor…
İstesem de gidemiyorum hiçbir yere. Serçe telaşlı, sabırsız, birazda korkarak akşamı bekliyorum gözlerim yollarda.
Devrik bir tümcenin satır başı yalnızlığı, eğilip doğrulan günlerim. Yine o kız çocuğu, o yalnızlık, o soğuk elleri. Kar yanığı yüzümde bir uçurum sessizliği. En olmaz dizelerini topluyor geliyor şiir; “Yum gözlerini sevgili, gidemiyorum…”
“Beni vurdular” diyor sessiz.
Funda yeşili dallarım kırılıyor, bir çığlık düğümleniyor boğazıma, çözemiyorum.
Aldırmaz, daha çok inadına gülümsüyor; karın üzerinde kan lekeleri ve ayak izleri. “Gelsinler” diyerek dönüp gidiyor…
O daha kaybolmadan; bir jandarma, on beş oluyor, on beş tüfek, on beş çift postal. Darbe sessizliği düşüyor gecenin orta yerine, karın üzerine, kapkara…
Orda kalsa iyi, yerinde durmuyor, arsız. Şehir şehir, kasaba kasaba dolaşıyor aymazlığıyla…
Çocuklar vuruluyor, çocuklar ölüyor gün içinde, çocuklar yaralı düş içinde…
Hangi çocuğun yarasını sarabilirim. Hangi annenin yasına ortak olabilirim. Hangi yarada merhem ki sözlerim. Çaresizliğin üşüyen ayakları ile dolaşıyorum, mavi deniz kokan şehri bir baştan bir başa…
Sokaklar dar, meydanlar dar, kimsesiz, atıyorum kendimi sahile. Dalgaların yelesine tutunup maviliklere koşuyorum kimsesiz…
Uzaklardan gelen dalgalar getirip sabahın alaca karanlığında sahile atıyor beni ve sonra akşam günbatımı alıp dönüyor karanlık, uzak mavine…
Hasan KAYA
20 Şubat 2012 Pazartesi