Bir kelebeğe bakınca doğanın ona verdiği bizi kendine hayran bırakan renkleri bir büyü etkisi yapar. Nerede bir kelebek görsek, onu izlemekten kendimizi alamayız.
Çocukken peşinden koşar, yakaladığımızda kitap sayfaları arasına sıkıştırıp hayattan koparırdık. Onu o kısacık hayatından, vaktinden erken kopardığımız için, şimdi içim sızlıyor.
Keşke hiç yapmamış olsaydım, keşke kimse artık hiç yapmasa… Keşke bu dünyada her şeyin insan için olduğu, saçma düşüncesinden artık kurtulsak.
Bu dünyada bir tırtıl kadar, bir karınca kadar (bilerek kelebek kadar demiyorum) olduğumuzu, hep birlikte doğanın dengesinde bir yerimiz olduğunu artık kabul etsek.
Kelebeğin bir tırtıldan, bir kelebeğe uzanan zahmetli hayatı, o zorlu evrim sürecini öğrenince tek bir günlüğüne kanatlanıp uçma sevdasının, ne büyük bir sevda olduğunu, ne çok saygıyı hak etiğini anlamak o kadar da zor değil.
O tek bir gün için bin bir zahmeti göze alması, kozasını yırtması, güneşle tanışmak, çiçekten çiçeğe, renkten renge koşmak için.
Bu, insanın başaramadığı, asla göze alamayacağı bir şeydir. Bu söz üzerine, alınganlık yapacak birileri, biraz da alaycı; “İnsanın da mı yırtmak zorunda olduğu kozası var?” sorusunu sorabilirler.
Haklılar, derya da olup deryadan bihaber olan balığın, deryayı yadsıması kadar haklı bir yadsımadır, kozanın içinde olup kazayı yadsımak.
Ama cevabımız çok açık ve net:
Evet, var…
Kelebeğin içinden çıktığı kozaya benzemez insanın içine hapsolduğu koza. Ondan daha sağlam, daha kat kat örülmüştür. Gerçi yırtılmaz değildir, ama yırtılması hiç de kolay olmayan bir kozadır o.
Çünkü insan bir kelebek kadar cesur değildir, hiçbir zamanda olmadı. O kozasını yırtıp, kanatlanıp uçma düşünü kendine yasaklamıştır.
O, bütün bir yaşamını içinde geçireceği, asla yırtmak zahmetine girmek bir yana, yırtıp hayatla kucaklaşmayı düşünmediği, aklından dahi geçirmediği, içine hapsolduğu bir koza içinde zavallı bir hayat sürdürdüğünün farkında bile değildir.
Kendisine öğretilenlerle oluşturulan bu koza içinde geçen hayatı onun günle, güneşle, gerçekle, hayatın, dünyanın renkleriyle tanışmasının, kendisiyle buluşmasının en büyük engelidir.
İnsanı içine hapseden kozanın en sık, en sağlam örgüsü çocukluğunda ona öğretilenlerden oluşur. Sonra toplumun tümünün, hep bir ağızdan kabul ettiği, doğru dedikleri, en dokunulmaz olan yanlarını.
Yırtmaya elini her uzattığında, eline birilerinin vurmak için yarıştığı ,toplumun adına din dediği, ahlak, gelenek, görenek, örf, adet say say bitmez kat kat örgüsü içinde, bir hayattır insanın sürdürdüğü.
İnsan o kozanın dışında bir hayat düşlemedikçe, o düşün gücüyle doğasına dönmenin kavgasına girmeyi göze almadıkça, çok şey bildiğini, öğrendiğini sanarak, o örgüye yeni katlar, yeni dokunulmazlıklar eklemeye devam edecektir
Hasan KAYA
18 Temmuz 2015 Cumartesi