İnsan içinde yaşadığı evrenin küçük bir parçasıdır. Ne diğer parçalardan çok önemli ne diğerlerinden çok önemsizdir. Evreni oluşturan tüm varlıkların: dağın taşın, kurdun kuşun önemli olduğu kadar önemlidir. Evren içinde insanın değerini belirleyen, ona diğerlerinden daha ayrıcalıklı bir değer veren kendisidir. Bu, evrenin, doğanın ona verdiği nesnel değerden farklı öznel bir değerdir.
İnsan, içinden çıktığı doğaya yabancılaştığı oranda onu anlamakta zorlanır. Evrenin bir parçası olarak evreni anlamaya çalışması yerine “ben” ve “öteki” diyen ayrımlardan yola çıkarak evreni ve içinde yaşadığı doğayı anlamaya çalışması, onu evrenin kendisi için var olduğu yanılsamasına kadar götürebilir.
Bu yanılsamasını dini kitaplara koyduğu önermelerle pekiştirip yabancılaşmayı derinleştirir.
İşte tam da bu noktada; insan içinde yaşadığı doğayı kendi yararına değiştirme, dönüştürme eylemiyle parça ile bütün arasındaki dengeleri bozmaya başlamıştır. Bütünün, parça (kendisi) için var olduğu saçmalığından başka bir anlama gelmeyen bu yanılgı insanın mutsuzluğunun da kaynağıdır.
Çünkü insanın bütünü anlama şansını kaybetmesi, parçayı yani kendisini anlamasını da olanaksız kılar. Ancak denebilir ki insan kendisini anlamakla bütünü anlama şansını yakalayabilir.
Tümdengelim ile tümevarımın aynı sonucu vereceği öngörüsünden hareketle bu savın doğru olduğunu kabul edebiliriz. Ancak ne var ki insan bu şansını da kaybetmiş görünüyor. Çünkü insan doğaya olduğu kadar içinde yaşadığı topluma ve kendisine de yabancılaşmış bulunmakta.
İnsan şimdi küçük parçalara ayırdığı “bütün”den oluşturduğu puzzle (pazıl) karşısında ne yapacağını bilmeyen konumunda. Önüne yığdığı dağ gibi pazılı parçalarından hangisinden başlayacağını bilmemenin çaresizliğini yaşamakta… Bu çaresizlik ve ne yapacağını bilmeme onun mutsuzluğu üretmesine neden olur.
İnsanın çaresizliği koyulaştıkça kendisine olan inancı yitip kaybolur. Kendine verdiği değeri sorgular. Bu noktadan sonra uzaklardan uzanacak sihirli bir el beklemek, yoktan bir kurtarıcı yaratmak da kaçınılmaz olur. Her seferinde şefkatli olmayan bazen hoyrat kırıcı ve hırpalayan da olabilen bu elin insafına kalmış bir yaşamı vardır onun artık.
Doğaya kafa tutan, onu kendi yararına dönüştürmeye çalışan insan süreç içinde ona yabancılaşır. Bu yabancılaşmanın aynı zamanda kendisine yabancılaşma olduğunu ise fark etmez. Doğanın onsuz olabileceğini ama kendisinin ise asla doğasız bir yaşam sahibi olamayacağı gerçeğini ters yüz eder. Bu ters yüz edişe ussal bir anlam verme çabaları ise hep boşa çıkarak kendine olan inancını kaybetmesini hızlandırır.
İnsanın kendisi ile barışması anlamına da gelebilecek doğa ve içinde yaşadığı toplumla barışması parçalayıp küçük parçacıklara ayırdığı resmi yeniden oluşturmasıyla olacak. Önünde dağınık duran pazılı birleştirme şansı olursa göreceği resim kendisinden başka bir şey olmayacak…
Hasan KAYA
09 Kasım 2003 Pazar