Bu işin öylesi böylesi yok. Ermeni meselesini tarihçiler tartışsın demekle iş bitmiyor. Bir ülkenin tarihçilerine, bilim adamlarına güvenmesi güzeldir. Ancak iş bununla bitmez. Bu olayın nerede tartışılacağı da o kadar önemli değil. Tarihçilerin tartışmasından önce, siyasetin mutlaka bir şey demesi gerekiyor.
Ermeni meselesinin artık çözülmesi gerekiyor. Bu meselenin çözümünden kaçmak, çözümsüzlüğü sürdürmek anlamına geliyor. Tarihçilere havale etmek ise çözümden kaçmanın bir yoludur. Çünkü olayın tarihsel boyutu kadar, siyasal bir boyutu da var ve bunu görmezden gelmek imkânsızdır.
1915 öncesi bu topraklarda Ermenilerin yaşadığı kesin. Bunun aksini ileri süren çıkamaz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok yerin eski adı Ermenice. Yerleşim yerlerinin eski adlarından hareket edersek, Doğu ve Güneydoğuda yaygın bir Ermeni yerleşimi olduğunu söylemek mümkün… Ermenice adları değiştirmiş olmamız, buralarda Ermenilerin yaşamadığı anlamına gelmiyor. Benim doğduğum köy de bir Ermeni köyü. Bizler hala kendi aramızda eski adı kullanırız. Yeni adla bir sorunumuz yok ama eski adı kullanmak daha gerçekçi geliyor bize.
Hem üstelik köyün adını değiştirmek tek başına yeterli değil. Köyün birçok mevkisinin adı hala Ermenicedir. Laf aramızda bizim ahır da köyün en büyük kilisesiymiş… Ermeni mezarlığı, kilise kalıntıları ve yer adları ile hala bu köy, bir Ermeni yerleşim yeri olduğunu saklamıyor… Saklaması da gerekmiyor. Yerleşim yerlerinin adlarının değiştirilmesi zaten bir komediydi.
“Güvendiğimiz tarihçilerimiz” Ermeni savlarını çürütmekle uğraşırken, özellikle ölenlerin sayısının ileri sürüldüğü kadar olmadığı ve bunun bir katliam planı içinde gerçekleşmediği noktasında dönüp duruyor. Hadi diyelim kurşuna dizilmediler, asmadık da. Peki, ne oldular. Neredeler? Kendiliğinden yer yarılıp da yerin dibine mi girdiler.
“Sürdük…”
İleri sürdüğümüz sav bu. Aman ne iyi etmişsiniz mi diyecek dünya buna. “Öldürme emri yok ama sürerken yolda ölenler oldu…” Bunu mu diyeceğiz. Tarihçilerimizin ispatlamaya çalıştığı savlar bunlar öyle mi?
Dersim Kıyımı için ne diyecek o tarihçiler, devletin en resmi ağızları bile bu günlerde kabul ediyor kıyım ve sürgünü.
Yıllarca söylendiği gibi bir “İsyan” da söz konusu değilmiş…
Eşkıyanın başının ezilmesi hiç değilmiş…
Peki daha dün (2 Temmuz 1993) Sivas’ta yaşananlar için ne diyecek tarihçilerimiz. Madımak Otelini yakanlar üç beş çember sakallıydı, devletin bu olayda suçu yok. O sadece seyretti mi diyecekler?
Yapmayın, bu kadar komik olmayın. Bu düpedüz dünyaya rezil olmaktır.
Böylesine komik savlarla devletlerin bu tür olaylardaki sorumluluğundan kurtulması mümkün değildir.
Hangi babayiğit tarihçi, katliam ile anayurttan sürülme arasında bir seçim yapabilir ve birinin diğerinden daha masum olduğunu ileri sürebilir? Etnik temizliğin nasıl yapıldığı tartışılabilir mi? Bir etnik temizlik sırasında hiç kimsenin burnunun kanamamış olması dahi, onun haklılığını ispatlamaya yetmez ve bu yolla devletin sorumluluklarından kurulması mümkün değildir.
Geçmişi ile yüzleşemeyen toplumların geleceği olmaz…
Hasan KAYA