Ne dediğinin önemi yok. Bir şey demiş olmak için konuşan, kadınlar, adamlar bular. Çok bildiğini sanan ama bir bok bilmeyen, her dediği ile ortalığı karıştıranlar…

Bazen sabırla, biraz da inatla oturup dinliyorum. Önyargısız anlamaya çalışıyorum, konuşmanın bir yere varmasını beklerken.

Boşuna bekliyorum, sabırım taştı taşacak, dinlemeyi bırakıyor, dinliyor gibi yapıyorum.

En ağırı da bu…

Ah!

Bunlar oturmuş bir de siyaset konuşuyor, hepsi yalancı pehlivan, soyunmuş memleketi kurtarmaktan söz ediyor…

Yılmaz Özdil, sığlığında eleştiriler, çözümsüzlük, çözümü zora sokan laf kalabalığı, gerçeğimizi bulmadan havada asılı kalıyor.

Yer, gök, havadaki kuş, yerdeki karnıca tanık, kardeşlik nutukları, bolca hamaset altında; Fırat yine kanlı gözyaşları ile akıyor…

Tabur tabur, tabutlar geçiyor şehirlerden, hep o bildik lakırdı “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.”

Çocuklarımız ölüyor, vatan paramparça…

Hiçbir şeyin sırası yok.

Saç sarı boya, gözler mavi lens, sözcükler devşirme; aşktan söz ediyor bir kadın, yüreğine değmeyen sözcüklerle.

Bir gecelik aşka talip bir adam, açmış ağzını dinliyor, bıraksa içine düşecek…

Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor…

Hasan KAYA
06 Ağustos 2012 Pazartesi