Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Acılara alışıyoruz. Hasretle yaşamasını öğreniyoruz… Günlük hayatın hengamesi içinde kaybolup, yeniden buluyoruz kendimizi. Geçmiş yaşanmışlıklar olur olmaz zamanlarda tazeleniyor, dün yaşanmış gibi canlı, yeniden yaşanmaya açıyor kendini.
En garibi ne zaman aklıma gelsen mutfağa gidip çay koymak geliyor aklıma. Kendime gülümsüyorum. Uzun sürmüyor gülümsemem. Biraz hüzünlü, biraz buruk bir gülümseme olarak, erken soluyor dudak kıvrımlarında. Sonra bir bardak çayla pencere önünde sigara içerken dalıp gitmelerin geliyor aklıma.
Gidip oraya, senin oturduğun yere oturuyorum. Uzaklara bakıyorum. Neydi o uzaklarda aradığın. Beklediğin neydi…
Her şey üzerine, rahatlıkla, ama büyük bir ciddiyetle konuşabiliyorduk. Konuştukça açılır, derinleşirdi konular. En çok ülke sorunlarından başlıyorduk konuşmaya. Ne zor zamanlardı onlar, (hala da öyle) hiçbir şey yolunda gitmiyordu, patlayan bombalar, yanan canlar. Kendi içimizde tutuştuğumuz kavga, büyüyen, bütün bir coğrafyayı içine alan giderek yaygınlaşan savaş… ağlayan anneler, yetim çocuklar, sanki bu ülkenin kaderiymiş gibi yaşanıyordu.
“Vatan sağ olsun” diyen annelere kızışın, sonra içindeki ateşi söndürmenin, bu çaresiz tesellisini anlayarak, gözlerinin dolması, dokunmaktan korktuğum ağlamaklı hallerin geliyor gözlerimin önüne. Hiçbir şey söylemeden öylece seni seyrediyordum. Koltukta yan dönüp oturuyorsun. Dirseğin koltuğun arkalığında, yüzünü eline yaslıyor, siyah beyaz bir fotoğraf çiziyorsun geceye, uzaklara dalıp gitmeden.
Sözün bittiği yerdi orası. Sustuğumuz nadir anlardandı. Oysa her şeyden konuşurduk. İnsanın “homo” zamanlarından başlayarak, bir göktaşının, dünyaya çarpma ihtimaline kadar her şeyden konuştuğumuzu anımsıyorum.
Üzerine en az konuştuğumuz bizdik. Ne istiyorduk, hayattan beklediğimiz neydi? Bizi bir arada tutan, vazgeçilmez kılan neydi, bir kez olsun konuşmadık. Konuşmak yerine birlikte yaşamayı seçmiştik. Birlikte yaşayarak anı biriktiriyorduk. Hayata dokunmak gibi bir şeydi bu. Dokunarak bizim için kıymetli ediyorduk birlikte yaşamayı.
Şimdi, yaşadıklarımıza olduğu kadar uzağız, bir birimizden. Ama sevindiren şu ki; duygular onlar araya giren ne varsa, hepsini aşıyor. O uzayıp giden yollar, köyler, kasabalar şehirler bir hiç oluyor. Duyguların bu devingen sessizliği, hayatın sesi oluyor. Yaşanan bütün zorlukları aşmak için bir umut ışığı yakıyor. Güzel günler, yakın demeyi ne çok isterdim. Ama sen de biliyorsun, o güzel günlerden sadece biz değil, bu ülke, bu coğrafya çok uzaklarda bir yerde duruyoruz.
Keşke elimizde bir sihirli değnek, dokunup her şeyi güzel kılabilseydik.
Hasan KAYA
16 Ekim 2016 Pazar