Saysalar o kadar da çok olmadığımızı görürler. Üç beş kişiyiz, biz bizi biliriz. Ne kadar saklasalar da çoğu biraz yorgun, biraz kırgın, düşlerinden uzak kendine sarılmış, yalnız.
Kim ne derse desin şimdi karanlığın siyah atlarına gem vuran o çocuk susarken içimizde; “bu coğrafyada güneşin altında değişen bir şey yok” diyenlerimiz çoğalıyor.
Değişimin ortasında değişmediğimizi ileri sürerek ve hep aynı yerde olduğumuz yanılsamasıyla değiştik, değişiyoruz.
Yaşını başını almış, değirmene girmiş çıkmış, işin bir ucundan tutamamışların söyleyecek sözü yok. Onlar bildik söz dizimleri, bildik o nakaratla lafı dolandırıp hep aynı yerde soluklanıyor. İç, dış borç, terör, güvenlik sorunları, aç açık sayıp dökmeye başlıyorlar. “Ne olacak bu memleketin hali” sorusu hep ortada kalıyor.
“Düzenin köküne kibrit suyu” diyen bize özgü radikal çözümlerden çoktandır uzaklar. Kafalar biraz karışık, öneriler aklıselim; daha çok demokrasi, insan hakları, liberal ekonomi, anayasa değişikliği eğitim kadar şart. Laiklik olmazsa olmaz, dine saygılı olunmalı…
Konular ve konuları ele alış biçimi nedense keli-felli az göbekli halimizle uyum içinde.
Hayatın damarlarına kan taşıyan, hayata anlam sevmeler, aşklar suya yazılmış. Varsa yoksa eskiler, “eskiden” diye başlayan tümceler. Eski günlerden söz etmek marifet sayılıyor ve eski günlerin rakı masalarına meze edildiği söyleşiler sabaha uzanıyor.
Sözün bittiği yerde; kendilerini unutarak, unutturmaya çalışarak çoktandır her şeyin değişmiş olduğunda karar kılınıyor. Eskinin birlik beraberliği, arkadaşlığı kalmamış. Her şey yalan dolan üzerine kurulmuş. Her şey alınıp satılabilir olmuş. Liberal ekonomi, serbest piyasada arkadaşlıklar kaç para, dostlukların ederi ne; bilen yok.
Can diyen bunlar, dost diyerek çelme takmayı marifet sanan, ayağını hazırda tutanlar, gemisini kurtarmaya çıkmış, denizin mavisinden bihaber kaptan hepsi.
Sağ bacağından kendini düzenin mezbahasına asan saf koyun, kümesimizde tilki bunlar ve öteden beri “politikaya” meraklı, ben diyen, ilkleri sığ deniz, geçmişleri havada unutulmuş bulut…
Nerede görsen, sormadan başlıyor eskinin zilli tefi eşliğinde sözcüklerle boyun kıran, gerdan kıvıran oryantal şov…
Hasan KAYA
16 Temmuz 2007 Pazartesi