AKP’ye oy veren, Reis’e her konuda güvenen seçmen de artık, “Suriye’de ne işimiz var?” demeye başladı. Reis’in İdlib ısrarını anlayan yok denecek kadar az. Bir kanaldan diğerine koşan kadrolu televizyon yorumcuları, gazetelerin köşelerini tutan kalemler dahi, İdlib ısrarını savunmakta zorlanıyorlar.
Herkes, Suriye savaşının sonuna gelindiğini kabul ediyor. İdlib’in, bu savaşın son kanlı sahnesi olduğundan, (Erdoğan dahil) kimsenin şüphesi yok.
Şam’ın, Rusya’nın hava desteği altında, Humus, Halep ve diğer şehirlerden döve döve çıkardığı cihatçıların son tutunduğu İdlib kaldı. Cihatçılar köşeye sıkıştırıldıkları her yerde açılan koridorlarla İdlib’e taşındı. Bu taşıma işinde, Türkiye’de aktif rol üstlendi. Türkiye’nin yaptığı ateşkes çağrılarına Moskova ve Şam’dan gelen olumlu yanıt, bu rolü üstlenmesini kolaylaştırdı, önü açıldı.
Erdoğan, üstlendiği rolü diplomatik bir başarı olarak sunarken bu, günleri hazırladığının farkında değildi. Cihatçılara açılan koridorun Türkiye sınırına çıkması, tesadüf değildi. Türkiye üzerinden Suriye’ye giren cihatçıların, aynı kapıdan dışarı süpürülmesi, geldikleri yere geri gönderilmesi planıydı bu.
Türkiye, Soçi mutabakatıyla (17 Eylül 2018) İdlib’de toplanan cihatçı gurupları, bu bölgeden temizleme yükümlüğü altına girdi. Üstlendiği görevin o kadar kolay olmadığını görmesi çok sürmedi. 2019 sonuna kadar cihatçı güçlerden temizlenmesi gereken İdlib, kısa sürede, sıkça ad değiştiren, birbirine dönüşen bu gurupların giderek güç kazandığı, hakimiyet kurduğu alana dönüştü.
Sürekli gündemde tutulan, “Suriye’nin kuzeyinde, PKK, PYD terör koridoru oluştu” söylemi, Kürtlerin sürekli şeytanlaştırılması, günü geldiğinde, İdlib’den çıkarılacak cihatçı terör militanlarının yerleştirileceği yer seçiminin çok önceden yapıldığı anlamamızı sağlıyor.
Afrin ile başlayan süreç, Soçi takvimi sıkıştırmaya başlayınca, “Barış Pınarı Hareketi” ile devam etti. Amaç, Suriye sınırı boyunca 30-40 kilometre derinliğinde bir “güvenli bölge” oluşturarak cihatçı militanları buraya yerleştirmekti. Bir zat Erdoğan tarafından, Birleşmiş Milletler Kürsüsünden haritalar, görseller desteği ile yapılan sunumla “Barış Pınarı Harekâtına” uluslararası destek aranmaya çıkıldı. Türkiye’nin güvenliği ve Avrupa’nın göç dalgasından etkilenmesinin önüne geçmeyi hedefleyen bir plan olarak sunulan harekata içeride kısmen destek bulunurken dışarıda dönüp bakan olamadı.
Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerden beklenen politik ve finansman desteği, “kapıları açarız” tehdidi ile de tutmayınca, iş başa düştü. Ankara kararlığını göstermek için hamle yapınca, Rusya’nın da oyuna katılmasıyla, ABD’nin boşalttığı dar bir alana sıkıştı.
Erdoğan’ın yaptığı hamlelerin hepsi, cihatçı gurupları Suriye sınırları içinde tutulmasını hedefliyor. Neye mal olursa olsun, cihatçı militanları sınırın bu tarafına almak istemiyor. Bu unsurların sınırın bu tarafına geçmesinin doğurabileceği sonuçları tahmin etmek o kadar zor değil. Anlaşılır nedenlerle, 10 yıldır elde silah savaşan bu cihatçı güçler mümkün olduğunca sınırın diğer tarafında tutmak isteniyor. Ancak, Afrin “Zeytin Dalı”, “Fırat Kalkanı” ve son “Barış Pınarı Harekâtı” bu hedefi karşılayacak durumda değil. Bundan sınır boyunca konuşlandırılmak istenen silahlı cihatçı güçlerin, düşünüldüğünden daha kalabalık olduğunu anlıyoruz. Özellikle, Libya ile imzalanan “münhasır ekonomik bölge” anlaşması kapsamında Trablusgarp hükümetine “destek” adı altında İdlib ve Afrin’den cihatçı taşınması, Rusya’nın Moskova, Almanya’nın Belin “Libya Konferansları” hamleleriyle boşa çıkınca, İdlib daha da büyük bir önem kazanmaya başladı.
Erdoğan, İdlib ve Afrin’de direnmekten başka çaresi olmadığını görüyor. Suriye’de ilk kez bu kadar köşeye sıkışan Erdoğan, atacağı her adımın ağır sonuçları olduğunu, Suriye ile doğrudan bir savaşın eşiğinde olduğunu elbette biliyor.
Erdoğan’ın gelinen noktada, “kırk satır ile kırk katır” arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığını söylemek hiç yanış olmaz. Ancak, Suriye Ordusu Rusya’nın hava desteği altında birkaç güne kalmaz, Halep’i Laskiye ve Şama bağlayan kara yollarını denetim altına almasıyla bir ateşkese gidebilir.
Türkiye’nin gözlem noktalarını, M5 ve M4 karayollarının kuzeyine çekmesini de kapsayacak bu ateşkes, Suriye Ordusunun bir sonraki temizlik hareketine kadar, Şam ve Ankara’ya soluk aldırırken, Ankara, Moskova hattındaki gerilimi de düşürecektir…
Ancak, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde tutunan (Özgür Suriye ordusu dahil,) değişik cihatçı terör örgütleri ile ilişkisini kesmediği sürece kalıcı bir çözüm ve ateşkes ufukta gözükmüyor.
Hasan KAYA
12 Şubat 2020 Çarşamba