Hava kararırken, yağmur bulutları havayı olmasından daha da karanlık ederek, içimin rengiyle bir etmeyi başardı. Sokak lambasının loş aydınlığında sallanan kiraz ağacının dalları bir eğilip, bir doğruluyor.
Kahvenin buruk tadı, radyoda uzakları anlatan bir şarkının eşliğinde, bütün sokak, bahçe karanlığa teslim oluyor. Karanlık zorlayarak, hayatın dallarını eğiyor. Dallarım her eğildiğinde kırılıyor, yaprağını döküyor.
Uzaklarda şehirler düşüyor, evler yıkılıyor.
“Eğme” dediğin başım eğiliyor.
Biliyorsun hep göçmendi yüreğim. “Benim” dediği, yurt bildiği bir köşe bucak olmadı bu dünyada. Uzaklara düştüğünde de, burada da sılamda, yurtsuzluğun yurdundaydım. Bu yüzden yurtsuzdur bütün duygularım.
Göç yolarında, yurtsuz kalmış yüreklerin sevmenin dilini arayışı, büyük kavgalara, büyük yangınlara çağır. Yarım kalacak bir ezginin, ritimsiz ritmiyle yıllarca dövündü, yoruldu yüreğim.
Dinleseydin diyecek çok sözüm vardı.
Biliyorum bunu istemeye hakkım yok. Herkes sevdiği şarkıları dinliyor, koşup sevdiğine anlatıyor o şarkıların güzelini. Sen artık sadece ne demişim, kimleri sevmişim, seni yanımdayken bile ne çok özlemişim, yazdıklarımdan bileceksin.
Hangi kavgalarda yenildiğimi, düştüğümü seninle bir deniz kıyısında karıncalara su verirken veya bir dağın yamacında kelebeklere konacağı çiçekleri uzatırken anlatacaktım.
Biliyorum artık bunlar olmayacak, ya da çok uzak bir ihtimal olarak kalacak. Olsun uzun zaman bu düşle avuttum kendimi.
“Bir gün” diyordum en çok, bir dağın yamacında piknik sandalyelerine kurulmuş, elimizde kırmızı şarap bardakları, kelebeklere uzatılan konacağı çiçekler, uzaklara bakarken sana yaşadıklarımın hepsini, (yüreğin burkulmasın, incinmeyesin diye acıları atlayarak bütün güzellikleri) anlatacaktım.
Bu düşü, bir İtalyan fotoğraf sanatçısının yıllar sonra oğluyla son günlerdeki buluşmasında çekilmiş bir fotoğraf karesinden çalmıştım. O fotoğraf hala gözlerimin önünde ve hiç gitmedi oradan.
İstemek bazen yetmiyor, bunu biliyorum artık.
Şimdi düşünüyorum da çok şey istememişim hayattan, çok şey yaşamamışım. İstediğim huzurdu, yaşadığım kavgalar oldu.
Kavgalar, büyük kavgalar gördüm, düşen yoldaşlarım oldu, acılar gördüm, büyük acılar. Elbette inkâr olunmaz, büyük sevinçler gördüm, mutluluklar da yaşadım.
İş bilen ellerim, yorgun ellerim, hayata tutunurken, hep umutluydum, “bir gün her şey daha güzel olacak” diyordum.
Olmadı…
Birazda inattan o güzel günlere, inancımı hiç kaybetmedim.
Görmeyeceğim hepsi o kadar.
Karamsarlık değil bu, hayatın çıplak gerçeği. Bütün düşlerimiz ömür dediğimiz o kısacık yolculuğa sığmıyor, kimilerinin gerçekleşmesi, yaşanması bizden sonra yola çıkanlara kalıyor.
Şimdi çok yorgunum, gecenin sessizliğine bıraktığım yorgun sesim, bana geri dönmüyor uzaklarımda kalıyor.
Susuyorum…
Elveda nasıl denir bilmiyorum, belki bu yüzden giderken, “Eyvallah” diyeceğim…
Hasan KAYA
14 Ekim 2016 Cuma