Bazen düşlerimize yetişemediğimizi, her şey için geç kaldığınızı düşünür, alıp başını giden düşlerin ardından öylece durup baktığımız yanılsamasına düşeriz.
Oysa hiçbir şeyin, bir yere gittiği yoktur. Asıl düşlerimiz, bizde terk edilmişliği yaşarlar…
O terk edilmişlikle susar düşlerimiz, devinimini kaybeder, usumuzun saklısında bir sessizliğe bürünür, bizde bizsiz, bir hayata tutunurlar.
Hayat hep hayallerinizle, düşlerimizle var olur.
O beylik lafların ardına saklanan; “ben düşlerden uzak, gerçekliğimle koyun koyuna, mantığımla hareket ederim” diyenlerin dahi düşleri olur.
Düşlerimiz bitiği gün, biz artık yaşamıyor olacağız. O yüzden kimse beylik lafların, kalıp tümcelerin ardına saklanmasın…
Yeni bir dünya, güzel günler, mutlu bir yaşam düşü hiç de olmayacak şeyler değil. Bunların hepsi önce hayal etmek, düşünü kurmakla başlıyor.
En “olmaz” dediğiniz düşlerimiz gerçek olabilir. Yeter ki biz yeteri kadar sabırlı ve kendinize zaman vermeyi bilmesini öğrenelim.
Hayatımızda kaçırdığımız güzelliklerin birçoğunu sabırsız, hemen olsun aceleciliğine feda ediyoruz.
Üstelik erken doğumların, çoğu zaman yaşamın engeli, varlığının tehlikeye girmesi olduğunu da biliyoruz…
Ama bilmek her zaman yetmiyor.
Her şey, bir çırpıda olsun, güzellikler bir anda bizi gelsin bulsun istiyoruz…
Ne gariptir ki; çoğu zaman, -nasıl olacaksa- güzelliklerin gelip bizi bulması beklenir, bizim ona gitmemizden söz edilmez…
Elbette bunun asla olmayacak bir şey olduğunu bilmiyor değiliz.
Ama her nedense insan, Oblomov yanına yenilmeyi sever…
Hayatımızın rengi olan düşler; biz, onlar için inatla, sabırla emek harcadığımız gün yüzümüzü güldürecek olgunluğa ulaşırlar…
Hasan KAYA
08 Şubat 2012 Çarşamba