Bir anda Diyanet’tin vermiş olduğu Fetvayı tartışmaya başladık. Tartışılmayacak gibi değil. İnternet üzerinden vatandaşlar olur olmaz sorularını diyanete yöneltip, bu sorulara cevap bekliyorlar. O sorulardan biri de, “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşür mü?” şeklinde.
Sorunun yeteri kadar hastalıklı bir kafanın ürünü olduğu belli, ancak cevap ondan da kötü ve en az bir o kadar sapkın bir kafanın/kafaların ürünü.
Diyanetin çalışma ve sorulara cevap üretme yöntemi aslında, İslam aydınlarının temel bir kabulüne dayanır. Her hangi bir sorunun öncelikle cevabı Kuran’da aranır, onda yoksa Hadis kitapları indirilir, onlarda soruya cevap vermiyorsa, İslam dünyasının üzerinde hem fikir olduğu Fıkıh kitaplarına bakılır…
Burada da aynı yöntem izlenmiş. Soruya oldukça kısa ama kapsamlı bir cevap verilmiş. Bazı mezheplerde, “babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur”[1] deniş ve bizim aşağıya, dip nota aldığımız kaynağı vermiş Onlar hangi mezhepler belirtilmekten kaçınılmış.
Ancak Türkiye’de hâkim olan Hanefilik açısından durum biraz karışık. “Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur” diyen Diyanet uzunca bir açıklama yaparak aslında sorunun o kadarda sorun olmadığını, bazı hallerle sınırlı olduğunu açıklıyor. Ten tene olması, ince elbiselerle sarılarak şehvet duyulması dışında, “Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz” dedikten sonar “Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir” diyerek çokta sorun olmadığını, nikâhın bozulmayacağını söylüyor.
Dikkat edilirse, öz kızına şehvet duyan adamın, Müslümanlığı ve dini nikâhının bozulup bozulmayacağı tartışılıyor. Bu davranışın bir hastalık, ruhsal bir sapkınlık olduğundan hiç söz edilmiyor ve/veya görülmüyor. Burada yapılan temel hata, o belirlenen kaynaklar ve yöntem içinde günün bilgisinin, insanlığın her alanda ulaştığı bilgi birikimin hiç hesaba katılmamış olmasıdır.
Günün bilgisinin, bilgi birikiminin altını özelikle kalınca çiziyoruz, çünkü böyle bir Fetva bundan 500 yıl önce verilmiş olsaydı hiç kimsenin tepkisini çekmezdi. Zaten yukarıda Diyanetin cevabını dayandırdığı kaynağa bakacak olursak, bu ilk kez gündeme gelmiş de değil. Daha önce muhtemeldir defalarca gündeme gelmiş, aynı fetva verilmiştir.
Geçmişte geçerli olmuş bir fetvanın, bugün geçerli olmasını, İslam’a uygunluk olarak değerlendirmenin sonucu bu büyük hata yapıldığı çok açık. Üstelik hata bu konuyla da sınırlı değil. Diyanet’in sitesinden buna benzer onlarca örnek bulabilirsiniz. Kimin daha az sorunlu olması onların hatalı olmasını olmaktan kurtarmıyor.
Örneğin Alevilik konusunda Diyanet’in çizdiği o kırmızıçizgiler de yine aynı yöntemle belirleniyor, İslam’ın kırmızıçizgisi olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak burada gözden kaçan, günün etik değerlerini, bilgisini, birikimini yadsıyan, kendini yukarıda saydığımız kaynaklar ve yöntemle sınırlayan, Diyanet ve İslamcıların ortaya koyduğu İslam’ın, Ortaçağ İslam’ından başka bir şey olmadığının farkında olmamalarıdır.
Burada ilginç olan bir başka nokta da; Diyanet ve Türkiye’deki İslamcılar ve artık rahatlıkla İslamcı demekte bir sakınca görmediğimiz Hükümet, genel olarak teknolojik ilerlemeye, “evet” derken tüm diğer alanlara kendilerini kapattığıdır.
Örneğin Diyanetin başındaki Mehmet Görmez, Mercedes marka araca binmekte bir sakınca görmezken, bu tür fetvalarda günün bilgisine, aklına başvurmayı akılının kıyısından köşesinden geçirmez. Bu durum salt onunla da sınırlı değil. Bu Türkiye’deki İslamcıların temel sorunudur. Buna bir diğer örnekte, Erdoğan’ın Sarayı ve en son verdiği Hitler örneğidir. Amaçlarına ulaşmak için tek kıstas burada İslam’a uygunluktur. Başka her şey sadece bir ayrıntı olarak görülür. Hükümet üyelerinin, başbakanın her konuda yalan söylemekten kaçınmamaları, çıkılan yolda mubah görülmekten başka, yine aynı kaynaklara ve yönteme başvurularak, İslam içinde görülmeyenlere, karşısında saf tutanlara; yalan söylemenin yalan dahi olmayacağı görüşü İslamcı dünyada hâkimdir.
Küfürbaz bir gazeteciye dört elle sarılma, cenazesini, neredeyse devlet törenine dönüştürerek kaldırma, yolsuzluk üzerine verilen fetva hep bu bakış açısı ve yöntemle İslam’a uygunluk aranarak hayat buluyor. 9 yaşında bir kız çocuğu ile evlenilebileceği ve şehvet duyulan öz kızın, 9 yaşından büyük olması halinde sorun olmayacağının tek referansı Muhammed’in 9 yaşındaki Ayşe ile evlenmesidir. Bu günün etik değerleriyle bunun çocuk istismarı olduğunu hiçe sayan, yokmuş gibi davranan, bilimi, insanlığın bilgi birikimini görmezden gelen bu bakış açısı, Türkiye İslamcılarının zihniyet dünyasını fazlasıyla anlatıyor.
Onlar, “Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyen Mevlana’nın da gerisine düştüklerinin farkında bile değiller. Onlar, güne ilişkin sözü olmayan, olsa da onu söyleyecek cesaretleri olmayan zevaliler.
Çoktan, Ortaçağın gerisine düşmüş İslamcı dünyada insan hakları yok, demokrasi yok, günün etik değerleri, psikolojinin bir bilim dalı olarak, bu tür soruları sormayı da, verilen cevapları da sapkınlık kabul ettiği yok. Bu insanların hasta oldukları yok. Ama paraya, mala mülke, asma köprülere, otoyollara teknolojik her türlü yeniliğe para kazandırdığı sürece, çılgınca bir açlıkla saldırma var. Bu öyle hastalıklı bir anlayıştır ki, batının bilgi birikimiyle ulaştığı teknolojik bilimsel düzeyi, inanışına ters bulur, o bilgiye ulaşmanın İslam ile bağını kurmakta zorlanır, uzak durur. Ancak onun ürettiğini almak için, hiç çekinmeden kendini satarak, satın almakta sakınca görmez.
Hasan KAYA
9 Ocak 2016 Cumartesi
[1] bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Mücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, el- Kavaninü’l Fıkhiyye, 138