Oturduğum yerden dalında sarkan üzümlere bakıyorum. İçimden kaçtır kalkıp gidip birkaç tane koparıp ağzıma atmak geçiyor. Her seferinde erteliyorum. “Ne kadarda tembelim” demeye dilim varmıyor, sabah miskinliği diyerek üzerini örtüyorum. Bazen seviyorum tembelliğimi. Tembelliğimle eğleniyorum, kendimi Rus yazar İvan Gonçarov’un bildik eserinin kahramanı Oblomov’a benzetiyorum. Kendisi içinde olsa hiçbir şey yapmayan, yapmamak için bin bir türlü bahane üreten bildiğiniz miskin.
Sonra hak edilmiş bir tembellik benimkisi diye kendimi, kendime karşı savunuyorum. Nazım’dan bir dize değiyor aklıma, “Değmiyor bazen, uğruna yorulduklarımız” diyorum.
Yorgunluğum, yılgın susuşum ve tembelliğim iç içe geçmiş. Bu bir olmuş hali hüzünleri dolduruyor her yerinden güne. Akşam böyle olacak, “gece karanlık başlayacak” diyorum, kendimden çok emin.
Bildik bir rüzgâr değil, sallandığım bir yaprak gibi. Denizden vuruyor, yankılanıp düşüyor bahçenin orta yerine sesi. Tutup kaldırdığım ben oluyorum, geç kalmış. Söze oradan en olmaz yerinden, hüznün içe büküldüğü yerden başlıyorum. Kadim bir dilin eskimeyen sesiyle, sessiz harflerin büyüsü ile konuşuyor geceye, “ben hep susarım” diyor sırtını taş bir duvara vermiş.
Aydan ötede, bütün yıldızlar. Karşılıklı durmuş, bir süre bakışıyoruz, zeytin ağacının sarkmış dalları arasından. Kim bilir, belki bir asma dalıydı, gözlerini karanlıkta seçemediğim. Haklıydı susmakta, solma mevsimindeydi bütün çiçekler. Yenilmişken aşklar, çiçekler küserdi en çok. Olsun oradaydı, biliyordum. Ve elbet özlenecek alabildiğine bir dahaki gelişene kadar.
Dünyada olması gerektiği gibi olan ne var?
Kendimi ne kadar yorarsam yorayım, bulamıyorum. Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. Geç kaldıklarımız, hiç gitmediklerimiz, kaçtıklarımız, sevmekten korktuklarımız, sevdiklerimiz hep uzaklarda değil mi? Nelere geç kalmışlığımı hiç bilemeyeceğim, erken yola çıkmış, gecenin eşiğinde bir ömrün zamansızlığında, çağın en ağır yenilgisini yaşıyorum, sulara düşmüş kimliklerin yurtsuz yok oluşuyla.
Bir kez daha düşüyorum mülteci yalnızlığına. Her yerde sesini özleten sessizlik, her yerde gözlerinin ışığından uzak karanlıklar içindeyim. Bir kez daha sürülüyorum, kovuluyorum. Hiçbir sürgünlüğe benzemiyor, bir yürekten sürülüp atılmak…
Hasan KAYA
27 Ağustos 2016 Cumartesi