Birkaç gündür bahar kendini iyice hissettirmeye başladı. Parıldayan güneş, açık mavi gökyüzü buradayım diyor. İnsanı dışarı çağırıyor. Gezip dolaşmak için değil, ama günlerdir biriken ihtiyaçlar için bugün dışarı çıkmak zorunda kaldım. Eczaneye uğrayıp maskeleri de aldım.
Evden çıkarken, boş sokakların beni beklediğini hayal ediyordum. Çok acele etmeyecek, ellerim cebimde, kasaptan, manava, oradan alışveriş mağazasına geçerken, temiz havayı içime içime çekecektim Maydanoz, dereotu, roka, bulabilirsem domates, biber fidesi de alacaktım.
Alışverişimi yaparken, boşalmış sokakların keyfini çıkaracaktım. Şurada burada en çok sokak hayvanlarıyla karşılaşacak, yanımda götürdüğüm mamalardan önlerine koyacaktım. Belki, benim gibi alışveriş için zorunlu sokağa çıkmış birkaç tanıdık sıma ile selamlaşacaktım.
Hayır, böyle olmadı. Her yer cıvıl cıvıl… bankaların kapı önünde, yanında bankamatik kuyruğu alışık olduğumuz gibi uzayıp gidiyordu. Gittiğim dükkanlar, zincir marketlerin hepsi alışverişe açıktı. Her yerde alışık olduğumuz kalabalık çokta bir şeylerin değişmediğini söyler gibiydi.
Hayat bildiği gibi akıyordu. Daha çok çeneye takılmış, ne işe yaradığı belli olmayan maskeler de olmasa, salgın sakınması içinde olduğumuzu söylemek zor. Ağız burun açıkta, korumasızdı. Ellerimizi yıkamayı öğrendik, maskeye daha var… diye aklımdan geçirdim.
Elbet onu da öğreneceğiz. Çünkü insan her koşul altında öğreniyor. Bugün elimizin alında memnuniyetimizi ifade ettiğimiz ne varsa hepsini öğrendiklerimize borçluyuz. Bazen hiç farkında olmadan, bazen acıyı tecrübe ederek öğreniyoruz. İnsanın yeniye açık olduğunu düşünmüyorum. Bildiğinden, alışık olduklarından kolay vazgeçmiyor. Genellikle yeniye karşı bağnazca bir körlükle direniyor. Ama insan, karşı çıkarken, ret ederken de öğreniyor.
Sokakta, sırada, nasıl takacağına henüz karar verilmediği maskenin arkasına saklanmış, yarım ağız, “Korona yalan” bu salgın, bu kısıtlamalar her şey her şey batının bir oyunu diyen adamlar, kadınlar yaşadıkları kaygıyı, korkuyu saklayamıyorlar.
Umut, tam bu kaygının, korkunun hâkim olduğu yerde filizleniyor. “Bizim doktorlarımız, sağlık sistemimiz” diyor bir başkası. Covid-19, Korona Salgını (isimlendirmede biraz kararsızız) istediği gibi at oynatmadıysa bu topraklarda onların sayesinde oluyor. Başımı çevirmeden, biraz eğerek, göz ucuyla bakıyorum. Tanıdık. Adım gibi eminim, başka zaman olsa Reis falanda demeyi ihmal etmezdi. Biraz temkinli, biraz da kırgın belli ki…
Salgının yayılma hızına bakarak başarısız olduğumuzu gördükçe, tedavide başarılı olduğumuza inanmak istiyorlar. Her akşam, açıklanan kayıplarımızı gelişmiş ülkelerle kıyaslayarak rasyonel aklın kabul etmekte zorlandığı argümanlara sarılıyor sokak. Bu bir “gene” tutunmaktan daha mı iyi bilemiyorum. Ama bir şekliyle insanı bulduğumu söyleyebilirim. Böylesi bir durumla ne zaman karşılaşsam, yıllar önce fabrikada yan yana çalıştığımız Ali Usta gelir aklıma. Uçak fobisini, uçak düşerse tutunacak bir dal bile yok diye ifade etmişti. İnsan, nerede olursa olsun, düşerken tutunacak bir dal arıyor. O doktor, o hemşire, o sağlık çalışanı yaşamla bağını yeniden kurabileceği, tutunabileceği son dal…
Bu yüzden, tedavide kullanılan ilacı bulan, İngiliz, Alman, Çinli belki de çok uzaklardan, okyanus ötesinden birkaç kuşaktır Amerikalı bir bilim insanı olduğunu anımsatıp, bizim hekimlerin onlardan, nasıl daha başarılı olduğunu sormayı anlamsız bulup geçiyorum.
Takipçisi olduğum bir Blog’da yazar, “bu virüs hepimizi öldürmeyecek, insanlığın sonu gelmeyecek” diyordu. Haklıydı, bu yaşlı dünyanın gördüğü ilk salgın değil. Büyük salgınlar, savaşlar görmüş bir dünyanın sakinleriyiz biz. Hep de, bugün olduğu gibi hazırlıksız yakalandık. Ve ne yazık ki, hep belayı savuşturmakla yetindik. Oysa, salgının nasıl savuşturulacağından daha önemlidir salgının önüne nasıl geçileceği. Kuşkusuz, herkesin bildiği, yeri geldiğinde yenilediği bir şeyden söz ediyoruz. Ancak, bilmek doğru tercihler yapmak için yeterli olmuyor. Özelikle siyasi tercihler, bilgi ile değil, sınıfların bilek güreşiyle belirleniyor. Ne yazık ki, işçiler, emekçi halk yığınları günümüzde son derece örgütsüz. Yani girdiği bilek güreşinde etkili olabilecek güçte değil. Bu güç, “böyle gitmez” diyerek başlayan yarın üzerine yürütülen tartışmanın nasıl sonuçlanacağı konusunda da bize bir fikir veriyor.
Hasan KAYA
23 Nisan 2020 Perşembe