İnsanın çocukluk evresinde yaşadıkları, ileri yaşlarda hep karşısına çıkar. Bu insanlığın çocukluk evresinde yaşadığı, var ettikleri içinde geçerli. İnsanlığın çocukluk evresinde var ettiği, düşünceler, inançlar, söylenceler bu gününü etkilemeye devam etmekte.
Bu, söylenceler hiç ummadığımız bir yerde/zamanda karşımıza çıkar, hayatımızı, hayatımızın akışını etkisi altına alır. Açıkça anlatıldığında, çocukça bulduğumuz, gülümseyerek karşıladığımız bu söylenceler, biz farkında olmadan hayatımızı, hayatımızın akışını etkilemeye devam ediyor. Bu söylencelerin, inançların, mitlerin yaşayan gücüdür.
Bir araştırma, erkeklerin her hangi bir mekanda oturduğunda, özelikle sırtlarını korunaklı bir yere (duvara, direğe) gelecek şekilde oturduklarını tespit ediyor. Bilim insanları, bunun nedenini, insanlığın sözünü ettiğimiz çocukluk evresinde buluyorlar. Binlerce yıl avlanırken arkadan gelebilecek saldırılardan korunmak için bir ağaca, bir kayaya sırtlarını vermekten kaynaklandığı sonucuna varıyorlar.
Bunun gibi bir çok alışkanlık, davranış, korku insanlığın çocukluk evresinden günümüze taşıdıklarıdır. Bunlardan en etkili ve hala etkilerini gündelik hayatımızda gördüğümüz, yaşadığımız “ilk günah” söylencesidir.
İnsanın cennette mutlu mesut yaşamının sonu olan bu ilk günah; Hava’nın yasak ağaçtan kopardığı elmayı yemesi ve Adem’e yedirmesi ile başlıyor. İnsanın cennetten kovulmasına neden olan bu ilk günah, insanın iyi olmasının, verdiği sözü tutmasının çok da mümkün olmadığını bize anlatıyor.
Tanrıya verdiği sözü tutamayan insan, başka hiç kimseye sözünü tutabilecek durumda değildir.
İnsanın dünyadaki yaşamın bir günahla başlamış olması, başlı başına kolay üstesinden gelebileceği bir şey değilken, buna bir de, hemen ardından Habil ile Kabil’in kavgası eklenerek tuz biber olur. Artık elimizde kardeş kanı vardır. Günah üstüne günah işleyerek çıktığımız bir yolculuk bizimkisi. Kısacası, insanın dünyadaki macerası, bir günahla başlayarak, bir başka günahla devam ediyor. Burada sözü edilen, sözünü tutamayan, hırslarına yenilen insandır artık.
Kutsal kitapların anlattığı bir çok söylence bize insanın öfkesine, hırsına, egosuna, kolay yenilen zayıf bir yaratık, yani cüzi irade sahibi, asla iyi olmayı başarabilen ve/veya başarabilecek biri değildir.
Binlerce yıldır tekrarlanan, sorgulanmaz, inancın temel ögesi olarak kabul gören, kutsallık atfedilen bu söylenceler, insanın bilinç altına sızarak hayatını, hayatının akışını etkilemeden edemez. Bu söylenceler insanın aklının üzerinde, daha büyük, daha yetkin bir aklın var olduğunu kabul etmesi, kendini küçük, çaresiz ve edilgen duyumsamasını kaçınılmaz olarak şekillendirir.
Asla iyi olması mümkün olmayan insan, sahip olduğu güzellikleri, iyiyi besleyen büyüten ne varsa kutsala yansıtarak giderek yoksullaşır. Kutsal ve onun gönderdiği yazılı metinler kusursuzlaştıkça, insanın kusurları artar.
”Artık bütün sevgi, bütün akıl, bütün adalet Tanrıdadır; insan ise bu niteliklerden yoksundur, bomboş ve zavallıdır.”[1] İnsanın kendisine yabancılaşmasının tipik sonucu olarak bu söylenceler, inançları, onun yaşamı üzerinde etkide bulunmanın yanı sıra, toplumsal birçok haksızlığın kabul edilmesinin de nedeni olur.
İslamiyet’in zayıf iradeli insanı, azami iradeye sahip kutsal karşısında güçsüz ve çaresizdir. Kutsal, en büyük iradeye sahip olmasının yanı sıra, gerçek adil olan, tek seven ve bağışlayan olduğuna göre, insanın bu alanlarda hatalar yapması kaçınılmazdır.
İnsan, kutsalı dışında, diğer insanlarla ilişkilerinde de bu şemaya uygun davranır.
Kendinden güçlüler karşısında sinen, tüm haksızlıkları sineye çeken insan, kendisinden güçsüzleri ezme yoluna başvurur.
İnsanın kendisine ve toplumsal gerçekliğe yabancılaşması bazen o düzeye varır ki, en us dışı sistemleri dahi kabul eden bir konuma düşmesine neden olabilir. İnsanların konuştukları dilleri ve dünya görüşleri yüzünden işkence görmelerini ve hatta öldürülmelerini onaylamalarını anlamak başka nasıl mümkün olabilir?
Hasan KAYA
30 Ağustos 2016 Salı
[1] Psikanaliz ve Din, Erich Fromm Sf: 54