Bazı masallar vardır; anlatanı bilinmez, dinleyeni çoktur. Dilden dile aktarılır, zamanla gerçekmiş gibi kabul edilir. Türkiye’nin “yüzde 70 muhafazakâr” olduğu, bu nedenle solun, sosyal demokrasinin bu topraklarda iktidar olamayacağı söylencesi de işte böyle bir masaldır.
Bu söylem, yıllardır sokak aralarından meclis kürsülerine, kahve köşelerinden haber masalarına kadar yaygınlaştırıldı. “Bu halk sağcıdır” dediler, “sol bu topraklara yabancıdır” dediler. Halkın ekmek kavgası, adalet arayışı, özgürlük talebi görmezden gelindi; yerine soyut bir muhafazakârlık postu giydirildi. Kimse sormadı: Neye göre, kime göre muhafazakâr?
Ancak hakikat, çoğu zaman sesini geç duyurur. Önyargıların sisini dağıtmak, çoğu kez bir çift sözle değil; sahici bir temasla, insanın derinliğini kavrayarak mümkündür. Türkiye’de solun kitlesel destek bulamamasının nedeni halkın değerleriyle çatışması değil, çoğu zaman halka tepeden bakan, onu “anlamaya” dahi zahmet etmeyen siyasal kibirdir.
Bugün bu büyük efsanenin çatırdadığına tanıklık ediyoruz. Yozgat’ta binlerce çiftçi, yüzlerce traktörle bir meydanı doldurduğunda, bu efsane biraz daha çöktü. Yüzde 80 oyla seçilmiş bir iktidara sahip bir şehirde, on binler “hak, hukuk, adalet” diye haykırdığında, o eski ezberlerin hükmü kalmadı. Bu halk ne “sağcı” ne “solcu” doğar. Bu halk adalete susamış doğar. Onu kim anlarsa, kalbini ona açar.
Yıllarca “sol bu ülkeye uymaz” dediler. Oysa mesele solun kendisi değil, solun halkla kurduğu ilişkidir. Onu teknokratik reçetelerle değil, halkın yaşamıyla yoğrulmuş politikalarla anlatabilmektir. Sol, elini halkın nasırına dokundurduğunda, göz hizasında konuştuğunda, halkın vicdanına ses verdiğinde, “iktidar olamaz” denilen coğrafyalarda bile büyük dalgalar yaratabilir.
Çünkü halk, ne ideolojilerle ne anket oranlarıyla ne de sandık analizleriyle tanımlanabilir. Halk, yaşadığı adaletsizlikle tanımlar kendini. Mazot fiyatıyla, biçilemeyen tarlayla, ödenemeyen kredilerle, el konulan iradesiyle tanımlar. Yozgat’ta traktörün direksiyonu böylesi günlerde sağdan sola doğru kırılmaya başlar…
Efsaneler kolay yıkılmaz. Hele ki sistemin işine gelen efsaneler, nesiller boyu yaşatılır. “Siz bu halkı tanımazsınız” diyenler, aslında halkla yüzleşmekten korkanlardır. Onlara göre halk, yalnızca seçim günü hatırlanır. Geri kalan 364 gün, unutulmuş bir dosya gibi bir köşede durur.
Ama halk, kendisini unutanları da, hatırlayanları da bilir. Bugün Anadolu’nun kalbinden yükselen o isyan; sadece ekonomik krizlere, hukuksuzluklara değil, aynı zamanda bu efsaneye de bir başkaldırıdır. Çünkü Yozgatlı çiftçi artık yalnızca traktörüne değil, iradesine de sahip çıkmaktadır.
Siyasi tarih, halkı küçümseyenlerin değil, halkla yürüyenlerin tarihidir. Bu ülkenin köylüsü, işçisi, gençliği, kadını; ne sandığınız kadar muhafazakâr ne de korktuğunuz kadar sessizdir. Doğru söz, doğru yerde ve doğru ağızdan çıktığında; yüzde 70’lik duvarlar bir anda tuzla buz olur.
Ve işte o zaman görürüz:
Türkiye’de solun sorunu, halkla değil; halkı anlayamayan solculukla olmuştur.
Ama şimdi… şimdi yeni bir ses yükseliyor. Yeni bir hikâye yazılıyor. Ve bu kez masal değil, hakikat konuşuyor.
Yüzde 30’luk efsane çökerken, halk ayağa kalkmaya hazırlanıyor.