Son bir iki gündür, herkes, Boğaz Köprüsünde intihar etmek isteyen adama; arabalarından seslenerek “atlayacaksan atla ulan” diyen iki kadını konuşuyor.

“İntiharın eşiğinde olan bir insana denecek laf mı bu… vicdansızlık… “ diyen diyene.

İstanbul trafiğinde canından bezmiş, iki kadının, düşüncesizce, bir anlık öfke, umarsızlık, kendini bilmezlikle seslenmesiyle bir insanı hayattan kopmada pay sahibi olması üzerinden, büyük çoğunluk, ne kadar duyarlı, vicdan sahibi olduğunu göstermenin rahatlığını yaşıyor.

Ağzı biraz daha laf yapanlar, toplumsal olarak geldiğimiz duraksamayı sorguluyor, “bu böyle gitmez” diyor…

İnsanız, küçükte olsa her uzatılan eli tutmak, umutlanmak istiyor.

Bir sevinçle uzanıyoruz tutmak için. Ama elimiz kör sağır havada kalıyor bir kez daha.

Çünkü bütün duyarlılık, o iki kadın üzerinden ne yazık ki tüketilmiş olduğundan, kimse dönmüyor, kimse bakmıyor o yanan şehirlere, evsiz kalmış ölen insanlara…

Öyle, hiç inkâr etmeyin…

Hiç boşuna, medya sustu, gazeteler yazmıyor, TV kanalları göstermiyor demeyin.

Gerçek her seferinde kötü huylu olduğunu göstererek; bağıra çağıra, meydan okuyarak, bize/hepimize ulaşmayı başarıyor.

Bütün diğer kanallar, birer ikişer kapatılmış, ele geçirilmiş, sansürü aşamıyor da olsa, gerçekler sosyal medya üzerinden bir yolunu bularak bize/hepimize ulaşıyor.

Cizre yanmış, yıkılmış ağır bir kederin altında eziliyor, bodrumlardan yanık kokusu, can koksu yükseliyor. O Sur yerle bir olmuş bir şehir artık. İdil’de, Yüksekova’da çocuklar vurulmuş, oyunları yarım kalmış.

Tarih öncesinden, bilinmez bir zaman aralığından söz etmiyoruz. Bu gün vuruldu o çocuklar, bu gün bombalandı o şehirler.

Bin yıllık kardeşliğimiz vuruldu, yakıldı, çırılçıplak soyulup bir duvarın dibine dizildi.

Siz, vurun dediğiniz için vuruldular, siz yakın dediğiniz için yaktılar.

Evet, yok hiçbir farkı, “atla ulan” demekle susarak seyirci kalmak arasında…

Hasan KAYA
11 Mart 2016 Cuma