Bazı insanlar size ilk tanışmada sıcak ve sevecen gelirler. Hiç düşünmez, hemen oracıkta seversiniz.  Çünkü öyle sıcak ve içten gülümser, gülerler ki içiniz de bir soba narlaşır yanaklarınıza ateş düşürür.

Bazıları da elinizi ilk sıktığında veya daha ilk söze başlar başlamaz sevmedikleriniz arasına düşer. Saat o saattir onlar için, artık ne yaparlarsa yapsınlar, ağızları ile kuş da tutsalar bir işe yaramaz.

Sevmezsiniz, sevemezsiniz.

Sevdiklerinizin de, sevmediklerinizin de ortak, benzer özellikleri vardır.

Sevmediklerimizden başlayalım…

Ağzı kulağında, dişlerini saymaya kalksanız eksiksiz otuz iki dişini saydıklarınız. Bunları sırıtık, yılışık bulduğunuz insanlar arasına yazarsınız. Oysa bir insanda itici olabilecek en son şey dudak kıvrımlarında açan güller ve yüze yayılan ak gülmelerdir. Ama onların gülmesi, gülümsemesi size bir şekilde samimi olmadıklarını anlatır.

Haklısınız. Uzak durursunuz bunlardan.

Haksız olmadığınızı yıllar içinde görüp kendinizle övünmeseniz de; “Ne iyi etmişim” dediğiniz olur. Bir de çok konuşan kafa şişirenler var. Dinleyeni canından bezdiren, uzun,  sonu olmayan konuşmaları yapanlar. Dinlemeyi sevseniz de, katlanamadığınız konuşmalar başlayınca dinler gibi yapar, ikinci bir işkenceyi kendinize çok görüp uzak durursunuz.

Şu az konuşanlara ne demeli, rengini bir türlü çözemediğiniz sürekli dinleyen, ya da dinler gibi yapanlar, ağzı olup dili olmayanlar. Bir şeyleri saklama telaşı gezer onların gözlerinde. Sakladıkları güvenmedikleri kendileridir…

Biliyorum, uzak durursunuz bunlardan. Ama ben yine söylemeden edemiyorum; uzak, uzak durun bunlardan.

Sonra “çok bilenler,” dünyada olup bitenlerden haberdar olanlar. Bilmiş cehennemlikler. Her konuda illa konuşanlar. Bunlar, bize yeni öğreneceğimiz, bilmediğimiz bir şey anlatmazlar. Bilgi dağarcığımıza katacakları bir damlaları yoktur. Çoğunlukla bizim bildiğimizi tekrarlar, bizim anlattıklarımızı bir sonraki gün, bize satarlar…

Bazılarının sesinden kaçarız, sesin cırtlak olması, derin kalın, bas bariton olması ile ilgili değildir bu. Sesin kendisidir; ses ile konuşan arasındaki uyumsuzluk, ses ile bakışlar arasındaki kopukluk… Ses ile mimikler ve jestler arasındaki uyumsuzluktur…

Bazen kullanılan sözcükler, bazen sesin sahibinin kılık kıyafetidir size bir şeylerin eksik, bir şeylerin doğal olmaktan uzak olduğunu anlatan.

Nabzınıza göre şerbet verenler, sizle ilk ters düşüşte düşüncesini değiştirenler. Küçük, cari hesaplar peşinde olanlar, çarkınıza kendini atıp sizle dönen, sizden iyisini bulunca diğerine koşan on paralık olup, kendini bin paraya satmaya kalkanlar…

İnsanın her davranışı, her sözü, duruşu, devinimi pazılın parçaları gibi birbirini tamamlar ve bir bütünlüğe ulaşır. Bu parçalardan birinin eksikliği veya yanlış yerleştirilmesi resmin bütünlüğünü bozar. Bu bazen bir gülüş, bir söz, duruş, devinim olabilir. Bazen ise; o eksikliğin ne olduğunu tanımlamakta zorlanır, adını koyamazsınız. Öyle de olsa resmin bütünlüğünün olmadığını yine de görür ve o resim karşısında durmakta zorlanırsınız…

Artık orada durmaz, duramazsınız. Ardınıza bakmadan kaçarsınız…

Hasan KAYA