KCK soruşturması kapsamında MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘ın da aralarında bulunduğu 5 MİT mensubunu ifadeye çağıran soruşturma savcısı Sadrettin Sarıkaya dosyadaki görevinden alındı.” haberin özeti bu…

Gerisi uzun bir sürü boş laf.

KCK soruşturmasını sürdüren savcı MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer birkaç MİT mensubuna uzanınca eline vuruldu…

Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu söyleyenler şimdi ne diyecekler çok merak ediyorum.

Üstelik bu ilk kez de olmuyor.

Deniz Feneri Davasında da aynı şey yaşandı. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu davanın Savcılarını, evrakta sahtecilik yapmaktan görevden aldı. Ardından tutuklu yargılanan sanıklar serbest bırakıldı. Şimdi de aklanmaları gündemde…

Ve neredeyse benzer senaryo şimdi yeniden gündemde. Bu sefer devrede olan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu yerine, özel yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekili Fikret Seçen. Gerekçesi açıklanmayan görevden alınmayı davanın savcısı televizyonlardan öğreniyor…

Davanın hükümete yapılmış bir sivil darbe olduğunu söyleyen kimi köşe yazarları hükümeti savunmanın ve arkasında durmanın malzemesi yapmaktalar. Ancak her nedense hükümet ve çevresine yönelik her davanın aynı yöntemle hasıraltı edildiğini görmezden gelmekteler.

Oysa savcıların böyle görevden alınarak engellenmesi hukuk açısından son derece sorunlu olduğu gibi yargının bağımsız olmadığının da bir göstergesidir.

Bunları anlamak için insanın yetkin bir hukukçu olması gerekmiyor…

Bu davada bizim öncelikle önemsediğimiz nokta MİT mensuplarının Oslo’da ne yapıp yaptıkları değil. Devlet bazı kurumları aracılığı ile terörist ilan ettiği, savaş içinde olduğu guruplar ile de görüşebilir.

Mevcut yasalar içinde bunun sorgulanması, gerekiyorsa hiçbir kurum hesap veremezlik edemez… Hiçbir kurum ve/veya kişi mevcut yasallardan kendini azade tutamaz.

Bu tür görüşmelerin gizli yapılmasının bir nedeni toplumsal baskı ise diğer nedeni de; yasal bir zeminlerinin olmasındandır.

Sanıyoruz o görüşmeye gidenler bunun zaten bilincinde olan insanlardan oluşuyordu.

Bizim açımızdan bu görüşmeye katılan MİT mensuplarının bu yüzden yargılanması çok da önemli değil. Ancak gözden kaçırılmaya çalışılan bundan daha vahim olan bir başka nokta tam da bu davanın gürültüsü içinde açığa çıktı.

Oslo görüşmeleri üzerine koparılan fırtına ile bu nokta gözlerden saklanarak hasıraltı edilmeye çalışılıyor…

Devlet tarafından terörist ilan edilen KCK içinde, faaliyet sürdüren devletin istihbarat elamanları, bir zat eylemlere karışmış ve aktif rol almışlar.

Asıl üzerinde durulması ve yargılanmanın merkezine alınması gereken husus budur.

Çünkü bu çok tehlikeli bir oyundur.

Bu oyunla en sıradan dernek üyelerinin, spor kulübü taraftarının; terör örgütü elemanı yapılmasının olanaklı olduğunu görüyoruz.

Bu anlayış ve çalışma yöntemleri ile içine sızılan en barışçıl dernek, sivil toplum örgütü, sendika; terör örgütüne dönüştürülebilir…

Tek başına İbrahim Tatlıses’in vurulduğu silahın istihbarat elamanı tarafından İstanbul’a getirilmiş olması bile, MİT’in çalışma biçimi ve kullandığı yöntemler hakkında bize bir fikir veriyor.

Asıl görevi eylemleri zamanında tespit ve engellemek olan istihbarat elamanları Hrand Dink Cinayetinde de gördüğümüz gibi azmettiren konumunda bir işlev üsleniyor sonra haber veriyorlar.

Bu devlet eli ile suç ve suçlu yaratmadan öte devletin korumakla yükümlü olduğu vatandaşlarının hayatlarına devlet eliyle son vermektir. Devleti suç örgütü ve cinayet şebekesine dönüştürmektir…

Bu yöntem ile kaç “Cumartesi Annesi” yaratıldı, kaç yazar, gazeteci, aydın faili meçhullerin kurbanı oldu…

Şimdi KCK davası ve diğer davalarda tutuklu olanların tutukluklarının devamının nedeni olan, terör eylemlerin ne kadarının, bu yol ve yöntemle oluşturulduğunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz, bu yol ve yöntemle; en sıradan insanlar, her sivil ve barışçıl örgütlenme, dernek, sendika, parti terör örgütü olarak yargının karşısına çıkarılabilir. Yıllarca süren yargılama ve tutukluluk halinin devamına neden olunabilir…

Asıl üzerinde durulması gereken ve yargının konusu olması gereken nokta bu…

Hasan KAYA

12 Şubat 2012 Pazar