“Yenilmişiz” dedi yüzünden düşen bin parça. Bıraksam uzun, bitimsiz artık bıkkınlık veren; 12 Eylül ve sonrasından söz edecek. Hiç de uzak bir ihtimal değil elbet; gözyaşları eşlik edecek sözlerine…

Sözlerinin önüne atım kendimi; “Geç onu çok önemli değil”

Biraz aceleci, biraz telaşlı bir serçe yüreği atımı hızında; “Ama baksana” dedi “darmadağınığız.”

Havada zeytin yeşili, tuz ve yosun kokusu, deniz kabarmış kıyıdaki kayaları döverken; “Onu da geç” dedim. “Hiç durma orada. Geç.”

Şaşkındı. Öfkesine yenildi yenilecekti. Ne diyeceğini bilmiyordu. Sertleşen kışa dönmeye hazırlanan havalar gibi kaşları çatılmış, sertleşmişti bakışları. Kızgın, belki de ayıplarca “Neden bu kadar rahatsın” demeye hazırlanıyordu…

“Bize kalsa kendi ambarımızda kırk yıl saklı kalırdık. Düşman bir vurdu saçtı bizi halkın arasına…” diyecektim, vazgeçtim. Açıklaması, anlaması zor bir paradokstu bu…

Önce sonbahar rüzgârlarına sonra kışa yenilen çiçekleri, yola, yol boyuna saçılmış, başka bir baharda filizlenmeye hazır tohumlarını gösterdim…

“Bunlar” dedi. Yüzündeki o sert ifade gitmiş, o çocuk gülen gözleri ışıl ışıl; “Bunlar kavganın tohumları. Baharını bekleyen, filizlenmeye hazır” diyerek gürledi…

Sesinde çocuksu bir mutluluk, sabırsız, daha çok heyecanlı bir sevinç vardı…

Sokulup koluna girdim. Daha ilk adımda hep yaptığı gibi dönüp boynuma sarıldı; “Yeni günde de varız yürüyelim” dedi.

 Hasan KAYA
Güre, 03 Ağustos 2011 Çarşamba