Pazar günleri yazılan yazılar genellikle tembellik yazıları olur. Benim içinde Pazar günleri öteden beri tembellik günüdür.

Bu tembelliğimle ne mi yapıyorum Pazar günleri?

Gazete okuyorum, TV seyrediyorum ve bütün miskinliğimle uzanıyor kitap okuyorum. Öyle ciddi şeyler falan okumuyorum. Örneğin bu Pazar kitaplıktan rastgele aldığım bir Orhan Pamuk romanı okuyorum…

Can sıkıcı değil mi?

Evet, Pazar ve Orhan Pamuk romanı…

Can sıkıntısı, Orhan Pamuk derken birden aklıma düşüyor. Ne oldu bu Nobel’li yazarımıza. Sesi soluğu çıkmaz oldu. Kürt Meselesi dediği yok, Ermenilerden de söz etmez oldu artık…

Her şey Nobel için miydi?

Soruyu atıp ortaya, çekiliyorum… İsteyen istediği yorumu yapmakta serbest…

Ajanslar Van’da şiddetli bir deprem haberini geçiyor. Şimdi göreceğiz o vatanın her karış toprağını kutsayanlar ne yapacaklar. Oturdukları yerden başsağlığı ve acil şifalar dilemek dışında… Ama depremin Allah’ın Kürtlere bir gazabı olduğunu diyenler çıkarsa ona da şaşırmayacağım… Bu durumda; uzaktan rahmet ve sağlık temennisinde bulunanları öpüp başımın üzerine koyacağım…

Gazetelerde günlerdir alttan alta savaş kışkırtıcılığı yapan şehit haberleri hız kesmemiş. Savaşın miğfersiz erleri köşelerinde savaş diyor…

Bir de herkes terör karşıtı oldu. Çağrılar yapıyor, orada burada terörü lanetliyorlar… Ne yalan söyleyeyim hiç samimi bulmuyorum bu çağrıları, çağrılara katılanları.

Nasıl inanıyım?

Yakın, uzak tarihimizin sayfalarına düşen kara satırlar, yaşanan kıyımlar karşısında; düzenin kundağında ninnilerle uyutulanları, kayıtsız sessiz sedasız susanları yazıyor…

Ve ardından savaşın dili; Genelkurmay kaç terörist öldürdüğünü açıklayınca o çok teröre karşı olanlardan sevinç çığlıkları yükseliyor. Bir askeri için Menemeni yakanlar gibi, tüm doğu illerini yakamaya çağıranlar çıkıyor aralarından…

Kürt Meselesi, Kürt Açılımı derken geldiğimiz son duraksamanın kısa özeti bu.

Kana kan, cana can, savaş çözümü… İnsanlığın yaşı kadar eski bu çözüm, en ilkel yanımız, intikam duygumuzu karşılamaktan başka bir işe yaramıyor…

Görmezden geliyorum linç edilmiş bir diktatörü. Gazetelerde Libya haberleri, Kaddafi’nin hazin sonu…

Arap Baharı, vahşetin baharı mı oldu sorusu düşüyor orta yere, kaldıranı yok…

“Ama canım, o da az etmedi halka” diyenler var. Evet, doğru az yapamadı; 42 yıl zulüm bayrağını elinden bırakmadı… Her şeye rağmen olanları haklı çıkaracak, insana yakıştıracak bir gerekçe bulamıyorum.

Adil yargılanma hakkını bütün diktatörler için de istiyorum…

Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yaşananlar devrim olmadığı gibi, yıllar yılı zulüm bayrağını elinden bırakmamış Kaddafi’nin bu hazin sonundan da bir devrimci çıkmaz…

Devrim eskiyi yıkıp yerle bir ederken, adaleti ve vicdanıyla kendinden önceki dönemden ayrılır. Devrimin adaleti ve vicdanı burjuva (feodal) adaleti ve vicdanını aşamıyorsa yapılanın devrim olduğundan söz etmek olanaksızdır…

Ah yeter. Bu gün Pazar ve ben en az, İsa’nın tanrısı kadar tembelim, yan gelip yatmaya gidiyorum…

 Hasan KAYA
23 Ekim 2011 Pazar